Nice Vedalar…



Merhaba

Bir önceki yazımda sizlere ölüm konusunu işleyen iki tane resimli kitaptan söz edeceğime değinmiştim. Bu kitapları kütüphaneden aldığımda en yakın arkadaşlarımdan biri olan Oya’nın canı gibi sevdiği ve on beş senedir gözü gibi baktığı köpeği Tilya’nın hayata veda etmek üzere olduğunu bilmiyordum. Dolayısıyla Oya’nın minik oğluna okumak için bu iki kitaptan birini satın almak üzere olduğunu da asla tahmin edemezdim. Sizden ayrı kaldığım bu bir ay boyunca ölüm ve yas her gün konuştuğumuz bir konu oldu. Sonbahar Norveç’te bu yıl gerçekten soğuk geçiyor ve senenin en karanlık günlerine doğru dörtnala koşarken bu konular biraz ağır gelse de yaşamın akışını reddetmenin bir faydası yok. Tabii ki acıdan beslenmek sağlıklı bir yaklaşım değil; ama bazen yaşadığımız en yoğun duygu yas olunca hayat da haliyle yasla akmaya devam ediyor. Şilili yazar Isabel Allende bir röportajında: ”Acı yüreğin toprağıdır”, der. Görünene göre bazen sanat eserleri de bu topraktan filizlenip yeşeriyor. Belki bazen onca kaosun içinde bizi en iyi anlayan ve dahası bir adım öteye gidip hiç tahmin etmediğimiz sembollerle deneyimlerimize ışık tutup onları bize olanca sadeliğiyle anlatanlar da bu eserler oluyor.

Ölüm gibi mümkün mertebe konuşmak ve düşünmek istemediğimiz bir konuyu yeri geliyor her şeyden korumak istediğimiz çocuklarımızla konuşmak zorunda kalıyoruz. Onların yaşama ve kayıplara dair sorularına içimize sinen yanıtlar vermek her zaman kolay olmayabiliyor. Böyle durumlarda bazı ebeveynler haklı olarak konuyu küçük çocuklarının rahat ve kendilerini güvende hissettikleri bir ortamda bir öykü yardımıyla ele almayı tercih ediyorlar. Bu sebeple blogumda kayıp konusunu işleyen ve hem kütüphane görevlileri hem de bazı uzmanlar tarafından önerildiğine tanık olduğum Ördek, Ölüm ve Lale‘ye yer vermek istedim. Seçtiğim diğer resimli kitap ise benim yıllar önce okuyup ilginçliği ve rengarenk resimleri sebebiyle bir türlü unutmadığım Ballade of the Death, yani Ölüm Baladı.


Ördek, Ölüm ve Lale

Ördek, Ölüm ve Lale her yaştan okura hitap edebilecek otuz sayfalık resimli bir kitap. Alman yazar Wolf Erlbruch (1948-2022) tarafından 2007 yılında yazılmış ve resimlendirilmiş. Bu sıradışı öykü bize kahramanlarımız Ördek ve Ölüm’ün tanışmalarını, arkadaş olmalarını, hayatın bir bölümünü paylaşmalarını ve sonunda Ördek’in Ölüm tarafından son yolculuğuna uğurlanmasını olabildiğince yalın şekilde anlatıyor. İlk başta illüstrasyonların büyüklüğüne ve metnin kısalığına bakarak kolay okunabilecek basit bir kitapla karşı karşıya olduğumuzu zannedebiliriz. Ancak yazar bize kısacık bir eserde her yaşamın ve ölümün biricikliğinin ve sıradanlığının yarattığı ikilemi, hayatının son günlerini yaşayan bir canlının ölüm fikrini kabul edip onunla yaşamayı öğrenmesini ve bir sevdiğimiz vefat ettiğinde yaşadığımız acıyı duygu sömürüsüne hiç yer vermeden anlatmayı başarmış.

Hikayenin sadeliği karşısında resimlerin baskın ve melankolik karakteri insanı belli belirsiz bir rahatsızlığa ve hüzne sürüklüyor. Ben kitabı ilk okuduğumda ne düşüneceğime veya ne hissedeceğime karar veremedim. Onu sevmiş miydim? Sanırım hayır. Öte yandan, sevmediği söylemem de mümkün değildi, çünkü en azından baş kahramanlardan Ördek’i sevmiş ve onun yaşamasını istemiştim. Yazara onu Ölüm’le bir araya getirdiği için tepki göstermiş olabilir miydim? Belki… Resimlerin bu kadar büyük ve soğuk yapıda olması, Ölüm’ün uzun kare desenli kışlık giysilerinin Ördek’in ömrünün kışına geldiğini anımsatması, Ölüm’ün gülümseyen yüzü ve dahası Ördek’e şefkat göstermesi, onun için üzülmesi bende gerçekten karmaşık duygular yarattı.

Ördek’çik son yolculuğuna çıktığında Ölüm de benim gibi üzüldü. Çünkü birini yitirdiğimizde sadece kendi kaybımız için yas tutmayız. Ölüm acısında yaşamını kaybeden için hissettiğimiz ama artık onunla paylaşamadığımız olabildiğince içten bir şefkat ve saf bir sevgi de vardır. Sevdiğimiz kişinin daha nice güzel hayat deneyiminin yanında, artık bizim sevgimizi paylaşamayacak olduğunu bilmek belki duygularımızın içimizde daha da büyüyüp derinlerde bir yerde akmasına neden olur. Ölüm’ün, arkadaşı Ördek’in tüylerini düzeltip onu bir lale ile uğurladıktan sonra hissettiği üzüntü onun da bu sevgiyi, ayrılık acısını ve şefkati hissettiğini, ama hayatın böyle olduğunu kabul etmek zorunda kaldığını anlatıyor bize.


Şimdi ben nasıl olur da bu kitabın güzel bir kitap olmadığını iddia edebilirim? Nasıl ölüm ve yas konusunu iyi işleyememiş olduğunu veya onu kimseye tavsiye etmediğimi söyleyebilirim? Elbette söyleyemem çünkü Ördek, Ölüm ve Lale ustalıkla yazılmış, ölüm sürecinden inançlara kadar birçok konuya değinmiş, ölüme hem ölecek kişinin hem de geride kalanın gözünden bakabilmiş ve bütün bunları olabildiğince az sözle yapıp okura düşünmesi ve yorumlaması için alan bırakmış değerli bir kitap. Sadece küçük yaştaki bir çocuk için seçildiğinde, onda uyandırabileceği duyguları hesaba katarak kitabı daha önceden okuyup değerlendirmek, birlikte okuma etkinliği için uygun koşulları önceden sağlamak ve böylece çocuktan gelecek sorulara hazırlıklı olmak yerinde olur diye düşünüyorum.

Ölüm Baladı

Ölüm Baladı, adından ve kapağından da anlaşılacağı ölüm temalı ve şiirsel bir dille yazılmış bir kitap. Deichman kütüphanesi bu kitabı okul öncesi ve okul çağı çocukları için önermiş. Öykü, Hollandalı yazar Koos Meinderts ve müzisyen Harrie Jekkers tarafından yazılmış. Resimler Güney Afrikalı ressam ve illüstratör Piet Grobler’e ait. Hikayeye göre büyük ve kudretli Aslan Kral ölümün kendisinin düşmanı olduğuna karar verir. Düşmanından kurtulmak istemektedir. Bu sebeple Ölüm’ü yakalatıp esir olarak tutmayı uygun görür. Böylece kendisi de dahil krallığındaki kimse ölmeyecektir. Planını harekete geçirir ve Ölüm’ü tutsak alır. O günden sonra o kadar uzun yaşar ki ölümsüzlüğün olumsuz yanlarına bir bir şahit olur. Yeni bebekler doğmaya devam ettiği için dünya da gittikçe kalabalıklaşmıştır. Hikayenin sonunda Ölüm’ü ve onun yaşamın döngüsü içindeki görevini anlar. Varsaymış olduğu gibi bir düşmanla karşı karşıya olmadığını anladığında onun tutsaklığına son verecek cesareti gösterir. Sonunda yüz yüze geldiklerinde kral onun sandığı kadar korkunç olmadığını farkeder.

Ölüm Baladı anladığım kadarıyla kaybın beraberinde getirdiği duygulara hitap eden bir yas öyküsü değil. Her iki okuyuşumda da ölümü korku penceresinden değil yaşam pencersinden gösteren bir kitap olduğunu düşündüm. Bence bu ölümün neden varolması gerektiğine, canlıların yaşamındaki yerine ve önemine değinen, bu kasvetli konuyu rengarek ve biraz da tuhaf resimlerle canlandırarak olabildiğince eğlenceli hale getirmiş, okunması kolay bir öykü. Belki büyük bir kayıp dönemi için ilk tercih olmayabilir. Bununla birlikte “ölüm nedir” veya “neden ölmek zorundayız” gibi sorular duymuya başladığımızda okumak için uygun olabilir. Bu sebeple çok sevdiği birini kaybettiği için yas tutan veya ölümcül bir rahatsızlıkla mücadele eden bir insan kitaba nasıl tepki verir, onda kendi hissettiği duyguların bir yansımasını bulur mu bilemiyorum.


Bir uzun blog yazısının daha sonuna geldik. Ölüm ve edebiyatı bir yazıda buluşturup Anton Cehov’un Acı adlı öyküsünü, Isabelle Allende’nin Paula‘sını, E.B. White’ın Örümcek Ağı‘nı es geçtiğim için biraz suçluluk hissetsem de onları başka bir zamana birakmak konusunda mantığım ağır basıyor. Konuyu uzatmak yerine yazının sonuna bana belki yirmi sene önce ilk kez abimin sevdirdiği bir albümden seçtiğim güzel ve özgün enstrümental bir parça ekleyeceğim. Umarım siz de seversiniz ve dinlerken mutlu olursunuz.

Yakında tekrar görüşmek üzere,

Sevgiler ❤️

Eylem R.

Mutlu Yıllar!

Image-Fairy

2020 yılının son gününde, uzun bir aradan sonra, sizlere yeniden merhaba demenin heyecanını yaşıyorum. 2020 yılı birçoğumuz için zor bir yıldı. O yüzden 2021’in her şeyden önce sağlıkla ve huzurla gelmesini diliyorum.

Yeni yıl hepimiz için resimdeki dansden peri gibi hafif ve neşeli olsun.

Eski yılın son gününden sevgilerle…

Eylem Rosseland

Yılbaşı Ağacı

Yılbaşı Ağacı

Masal Penceresi Noel

Noel-Masal Penceresi

Noel Pastaları-Masal Penceresi

Noel Pastaları-Masal Penceresi

Babalar Gününüz Kutlu Olsun!

Babalar Gunu

Babamın tahta atıyla
çok şiirler gezdim
her şiirde kuşlar vardı
kanat vurdum onlarla
Siz bu şiiri okurken
ben uçmaktayım hâlâ

Refik Durbaş


**********


With my father’s wooden horse
I have visited many poems
There were birds in every poem
I flapped my wings with them
As you read this poem
I’m still flying

Refik Durbaş

heart

http://www.cancocuk.com/kitap-detay/253

Mini Minicik Pezzettino

Pezzettino1 Pezzettino’yu tanıyor musunuz? Ben onunla geçen yıl bir kütüphanenin çocuk kitapları bölümünde tanıştım. Kocaman bir kasanın içinde, yazarlarının adı ”L” harfi ile başlayan diğer kitap arkadaşlarının arasından bana göz kırpıyordu. Adları hemen hemen sadece Norveççe olan onca kitabın içinde Pezzettino, İtalyanca ismiyle çok dikkat çekiyordu doğrusu. Sonra kitabın kapağındaki soyut resme şöyle bir baktım ve tam o anda, hayatımın geri kalan kısmına Pezzettino’nun hikayesini bilmeden devam edemeyeceğimi anladım.

Kitabı kütüphanedeki koltuklardan birine oturarak bir çırpıda okudum. Eve geldikten sonra uzun bir süre hep onu düşündüm. Leo Lionni (1910-1999) tarafından  1975 ylında kaleme alınan Pezzettino, kırk iki yaşında bir kitap için bugün bile son derece yenilikçi ve özgün sayılır.Pezzettino in my heart

Öncelikle sizlere biraz Pezzettino’nun başına gelenlerden söz etmek istiyorum. Pezzettino, hayata dair sorduğumuz önemli sorulardan birinin peşine takılarak serüvene atılan turuncu bir dörtgen. Benim tıpkı bir lego parçasına benzettiğim bu küçük varlık basit bir yapıda. Kendisine benzeyen minik parçalardan oluşan kocaman varlıklara bakınca onlardan birine ait olması gerektiğini düşünüyor ve kimin kayıp parçası olduğunu öğrenmeye karar veriyor. Yoluna çıkan canlılar, Pezzettino’dan çok daha büyük ve karmaşık yapıdalar. Her biri gelişimlerini tamamlamış eksiksiz birer bütün gibi görünüyor. Hepsi kendilerinden eminler ve hayattaki yerlerini bulmuş gibiler. Onların bu kendine güvenli dünyasında Pezzettino kime ait olduğunu bulmak için bir yolculuğa çıkıyor. Karşılaştığı bütün canlılar tıpkı onun gibi kübik parçlardan oluştukları ve bir bütün olarak çok anlamlı göründükleri için Pezzettino’nun merakını anlamak güç degil. Hatta kahramanımız, yoluna çıkan varlıkların bazılarının bedenlerinde tıpkı kendisine benzeyen turuncu parçalar görüyor; ama bu turuncu parçacıkların hiçbirisi kendisi gibi tek başına değil. Pezzettinocuk karşılaştığı herkeste kendisine bir yer ararken, atıldığı macera onu hiç tahmin etmediği başka bir keşfe götürüyor. Bir bilgenin yönlendirmesiyle gittiği ‘Wham’ adasında küçük bir kaza geçirip parçalanınca, turuncu küpçüğümüz kendisinin de tanıdığı ”büyükler” gibi daha küçük parçaların biraraya gelmesiyle oluşan eksiksiz bir varlık olduğunu anlıyor. Daha sonra geldiği yere dönüp diğerlerinin arasına karışıyor ve onlarla arkadaşlık ediyor.Pezzettino in my heartPezzettino için, resimlerin ve metnin birbirini tamamladığı resimli kitaplara bir örnek diyebiliriz. Sadece kitabın soyut resimlerine bakarak ya da tek başına yazılı hikayeyi okuyarak, Lionni’nin yarattığı Pezzetino‘yu tam olarak kavramak mümkün değil. Çizeri ve yazarı aynı olan resimli kitaplarda daha çok rastladığımız bir durum bu belki. Çocuklar için hazırlanan okuma etkinliklerde,  sadece resimleri ya da metni kullanarak yaratıcı çalışmalar yapmak ve şahane yeni öyküler yaratmak mümkün. O yüzden hem kreşte, hem okulda hem de evde yapılacak okuma etkinlikleri için çok uygun. Okurken de okuma öncesi ve sonrası etkinliklerinde de yaratıcılığınızı kullanmanıza zemin hazırlayan bir kitap Pezzettino.PezzettinoBu kitap, kısa ve sade bir hikayeye sahip olmasına rağmen varlığımıza dair önemli sorulara değinen ve zihnimizi uzun bir süre meşgul eden bir kitap. Böylesine basit bir hikayenin bu kadar çok sevilmesinin bence birçok sebebi var. Genellikle küçük çocuklara hitap eden hikayelerin vazgeçilmez karakterleri olan anne, baba, kardeşler ya da akranlar bu hikayede yok. Pezzettino kocaman dünyada, az ya da çok kendisine benzeyen göz alıcı renkteki birçok varlığın arasında tek başına. Belki de Pezzettino’nun bir insan değil de basit bir şekil olması çocukların onunla aralarında bir bağ kurmasını kolaylaştırıyor. Dış görünüşüne aldırmadan Pezzettino’nun duygularını ve yolculuğunu kendi duygularıyla ve deneyimleriyle karşılaştırmaları içim ortam yaratıyor. Aslında şöyle bir düşündüğümüzde ailelerinden ilk kez ayrılıp kreşe veya okula başlayan çocuklar da bir bakıma Pezzettino gibi tek başlarına bir yolculuğa çıkıyorlar. Çok iyi tanımadıkları yetişkinlerin ve diğer küçüklü büyüklü onca çocuğun arasında hem kendilerine yer arıyorlar hem de onlara bakarak kendi varlıklarını anlamlandırıyorlar. Pezzettino İtalyanca’da parçacık anlamına geliyor. Bu kelimenin diğer dillere çevrilmemesi ve kahramanın adı olduğı için İtalyanca aslındaki gibi kullanılması, kendi değerini anlayıp kendisini olduğu gibi kabul eden turuncu küpçüğe bizim de saygı duymamıza sebep oluyor. Pezzettino in my heart Biraz daha geniş çaplı baktiğimiz zaman Pezzettino’da doğaya ve doğadaki diğer varlıklara bakıp, onlar arasındaki varlığını değerlendiren insanı görmek de mümkün. Kendileri ile barışık ve doğa ile ilişkilerini saygılı bir biçimde sürdüren diğer canlılarla dolu kocaman bir dünyada kendi rolünü anlamaya çalışan küçücük Pezzettino’nun sevilmesine şaşırmıyor insan. Bizler de kendimize zaman zaman ‘Ben kimim?’ sorusunu sormuyor muyuz?  Bizden çok daha donanımlı ve tecrübeli olduğunu düşündüğümüz insanların arasına katıldığımızda ya da kendimizi ait hissetmediğimiz ortamlarda uzun süre kaldığımızda tıpkı Pezzettino gibi yerimizi ve rolümüzü sorgulamıyor muyuz? İnsanoğlunu dünyanın sahibi zannederken, doğa ile başbaşa kaldığımız anda hayatı bütün içtenlikleriyle yaşayan diğer canlılara bakıp kendimizi değerlendirme ihtiyacı duymuyor muyuz?  Belki de bu kitabın çocuk kitapları arasında kendisine böyle önemli bir yer edinmesinin sebeplerinden biri de, Pezzettino‘yu yayımlayan ve çocuklara ulaştıran yetişkinlerin onda kendilerinden bir şeyler bulmaları. Yetişkinlerin süzgüsünden geçmeden çocuklara ulaşan çocuk kitabı olmadığını düşünürsek, Pezzettino’nun büyükler tarafından da çok sevildiğini kabul edebiliriz.Pezzettino in my heartLeo Lionni’nin bu sıradışı kitabı ile ilgili söylenecek daha çok söz var. Ne yazık ki hepsini buraya sığdırmamız imkansız. Sisli ve soğuk bir kış gününde rengarenk bir kitaptan söz etmek benim için çok keyifliydi. Umarım sizler de okumaktan keyif almışsınızdır.

Sevgiler…

Eylem Rosseland

Oslo 2017 -Kış

 

 

 

 

Kafka ve Kayıp Bebek

Kafka Ve Kaybolan Bebek

 

 

Oyuncak Bebek

 

Dünyaca ünlü yazar Franz Kafka 1923 yılında, ölümünden birkaç ay önce, Almanya’nın Berlin şehrinde gezerken ağlayan bir kız çocuğuyla karşılaşır. Çocuk oyuncak bebeğini kaybettiği için çok mutsuzdur. Yazar, onu avutmaya karar verir. Küçük kıza, bebekle yolda karşılaştığını ve onun aslında kaybolmayıp bir geziye çıkmış olduğunu anlatır. Oyuncak bebek kendi yoluna giderken, kıza mektup yazacağına dair Kafka’ya söz vermiştir. Büyük yazar, başlattığı hikayeyi yarıda bırakmayarak, ona farklı mekanlardan oyuncak bebek adına mektuplar ve kartlar göndermeye başlar. Bebek, bu mektuplarda seyahati sırasında yaşadığı maceraları anlatmaktadır. Hikayeye göre küçük kız en son mektup yerine bir paket alır. Paketten, kaybolana hic benzemeyen yepyeni bir oyuncak bebek çıkar. Bebeğin yanına iliştirilmiş küçük bir notta, ¨Yaptığım uzun yolculuk beni çok değiştirdi.¨ yazmaktadır.

 

Oyuncak Bebek

 

Kafka’nın insanlara ve hayata bakış açısı örnek alınacak ve dilden dile anlatılacak bir hikaye yaratmış. Yazarın kendisini ilgilendirmesi beklenmeyen bir sorunu böyle bir içtenlikle sahiplenmiş ve o soruna bu kadar insancıl ve yaratıcı bir çözümle yaklaşmış olması gerçekten çok etkileyici. Kafka’nın çocuğa yazdığı mektupların ve gezgin bebeğin şu anda nerede oldukları bilinmese de, bu güzel hikaye nice yaratıcı kalplere dokunmuş ve birçok hikayeci tarafıdan yeniden yorumlanmış.

 

Oyuncak Bebek

 

Kayıp Bebek/Herr Kafka og dukken som forsvant

Kafka Ve Kaybolan Bebek-onkapak Kafka Ve Kayıp Bebek, yani orjinal dilindeki adıyla The Lost Doll, Kafka’nın mektuplarından esinlenilerek yaratılmış resimli bir kitap. Jean Richardson’un yazdığı ve Mike Dodd’un resimlediği kitabın bendeki örneği Norveççe. Kitabı ne zaman ve nereden aldığımı bir türlü hatırlayamasam da, okur okumaz çok sevmiş ve size ondan bahsetmeye karar vermiştim.

İlk kez 1993 yılında basılan Kafka ve Kayıp Bebek, rengarenk resimlerle süslemiş otuz iki sayfadan oluşuyor. Richardson’un kalemiyle yeniden hayat bulan hikayede, kahramanımız minik Harriet, bebeği Lottie’yi kaybettiği o üzücü günden bir hafta sonra ondan bir mektup alıyor. Takip eden dönemde Harriet, bebeğinden dünyanın değişik köşelerinden gönderilmiş mektuplar ve kartlar almaya devam ediyor. Bu sayede küçük kız oyuncak bebeğinin seyahati sırasında yaşadığı maceralara uzaktan da olsa tanıklık etmiş oluyor. Kitabın sonunda Lottie eve dönmese de, yolunu gözleyen Harriet’e yeni bir oyun arkadaşı bulmayı ihmal etmiyor.

Richardson, kitabı kendi yorumuyla bitirirken okurlarını hayal kırıklığına uğratmamış. Yazarın ilham kaynağı kitabın giriş bölümünde açıkça belirtilse de, hikaye küçük okurları kendisine bağlayacak kadar sıcak ve inandırıcı bir biçimde başlamış ve sonlanmış. Kafka’dan mektup alan küçük kızın hissettikleri ve yaşadığı bu olağanüstü deneyim, kitap sayesinde adeta bütün çocuklara armağan edilmiş.

Kafka Ve Kaybolan Bebek-kapakBu kısacık öykü, içinde hayatımızın farklı safhalarında farklı anlamlar bulabileceğimiz, zamanla derinleşen türden bir öykü. Kayıp Bebek‘te, aslında üç ayrı karakterin paralel hikayelerinin anlatıldığını düşünürsek, bu kitapta, yaşamımızın her safhasında kendimizle özdeşleştireceğimiz bir kahraman bulabileceğimizi görürüz. Okul öncesi dönemdeki bir çocuk muhtemelen kendisini en çok Harriet’e yakın hisseder ve tıpkı Harriet gibi, bir yetişkinin tasarladığı büyülü bir deneyimin kahramanı olmak ister. Öyle ya, ilk kayıplarıyla baş etmeyi Kafka gibi dehanın yardımıyla öğrenmeyi kim istemez? Kitabı, hayatı ve dünyayı tanımak için duyduğumuz isteğin dizginlenemez hale geldiği bir dönemde okuduğumuzda, kendimizi en çok yerine koymak isteyeceğimiz karakter gezgin bebek Lottie olur sanırım. Hep büyüyen sorumlulukları bir yana bırakıp, tasasızca dünyaya açılmayı ve Lottie’nin yaptığı gibi yeni deneyimlerle dolu bir geziye çıkmayı düşlememiş bir genç yoktur herhalde. Büyük olasılıkla hepimiz böyle isteklerin ağır bastığı zamanlarda, hiç bilmediğimiz bir maceraya atılıp, gördüklerimizi, bizi bekleyen sevdiklerimizle paylaşmayı düşleriz. Hikayenin asıl kahramanına gelince, belki diğer tüm yetişkin okurlar gibi ben de kendimi onunla özdeşleştirmek istedim ve dahası kendimi ona hayran olmaktan alıkoyamadım. Hatta içten içe kendime, ¨Acaba ben de büyüyünce Kafka gibi olabilecek miyim?¨ diye sormadan edemedim.

 

Gondoldaki Bebek

 

Kayıp Bebek, aslında Kafka’nın mektuplarından esinlenilerek yazılmış kitaplardan yalnızca biri. Sizlere bu mektupların öyküyüsünü anlatan iki kitaptan daha söz etmek istiyorum.

Kafka ve Gezgin Bebek

Kafka ve Gezgin Bebekİspanyol edebiyatının tanınmış yazarlarından Jordi Sierra i Fabra tarafından yazılan ve ilk kez 2006 yılında basılan Kafka ve Gezgin Bebek 2007’de İspanya’da ödül almış bir kitap. Sierra’nın yüz yirmi üç sayfalık hikayesinde Kafka karşımıza bir bebek postacısı olarak çıkıyor. Kitaba göre Kafka, ilk karşılaşmalarının ardından her gün parka gelip oyuncak bebek adına yazılmış bir mektubu küçük kıza ulaştırmaya başlıyor. Pep Montserrat’ın resimlediği kitap, dilimize Serdar Çelik tarafından kazandırılmış. Kitabın Türkçe’ye çevrilmiş olması ve minik okurların bu hikayeyi kendi dillerinde okuma fırsatına sahip olmaları çok sevindirici.

 

Oyuncak Bebek

 

Sizlere kısaca söz etmek istediğim üçüncü eser de yine Kafka ve oyuncak bebeğe dair. Bu konu hakkında bu kadar çok şey yazdıktan sonra, yetişkin okurlar için yazılmış ve Türkçe’mize çevrilmiş bir kitabı gözardı etmek istemedim.

Kafka’nın Bebeği

Kafka'nın BebeğiGerd Schneider tarafından kaleme alınmış Kafkas Puppe, Türkçe’ye Regaip Minareci tarafından Kafka’nın Bebeği adıyla çevrilmiş ve Kırmızı Kedi Yayınları tarafından yayımlanmış bir roman. Schneider, yüz doksan iki sayfadan oluşan kitabında Kafka’nın küçük kıza yazdığı mektupların öyküsünü anlatırken, yazarın yaşamı ve hayatının son dönemleri hakkında ipuçları da veriyor. Kafka’yı seven, onun yaşamının son dönemlerini merak eden ve gezgin bebeğin hikayesini bir de Schneider’in kaleminden okumak isteyen herkesin bu kitabı seveceğini tahmin ediyorum.

 

Oyuncak Bebek

 

Nihayet bu uzun yazının sonuna geldik. Bu aralar hepsi birbirinden ilginç ve güzel kitaplar okuyorum. Bunların bazıları araştırma, bazıları da resimli çocuk kitapları. Şimdilik aralarında herhangi bir seçim yapamadığımdan, bir sonraki yazıma konuk olacak kitaplar hepimiz için sürpriz olacak gibi görünüyor.

Yakında yeniden görüşmek üzere,

Sevgiler

 

 

heart

 

 

Güzeller Güzeli Venezia (2. Bölüm)

Acqua Alta Book Shop- Venedik'te Bir Kitapci-Acqua Alta

 

Libreria Acqua Alta

Dünyanin En Güzel Kitapçısı Venedik - Libraria Acqua Alta, Venezia -Venedik doğudan batıya esen tatlı bir rüzgar gibi. Bir akşam üstü San Zaccaria Meydanı’ndan Arsenale’ye doğru yürürken geriye dönüp şöyle bir baktığınızda öyle güzel bir manzarayla karşılaşıyorsunuz ki, denizden esen hafif rüzgarda uzak çöllerde savrulan altın kumları, gökyüzünde asılı duran dev kubbelerin siluetlerini görüyor, hiç yazılmadan yüzyıllarca söylenmis şiirleri, gizli bahçelerde söylenen aşk şarkılarını duyuyorsunuz. Venedik’e gelen her yenilik adeta kendisini damıtarak bu nevi şahsına münhasır şehrin ruhuna azar azar akmış ve onunla birlikte yeni ve özgün bir form almış gibi. Öyle ya, dünyanın başka neresinde gezerken yanınızdan altın varak ve ipek brokarlarla süslenmiş siyah cilalı gondollar geçer? Her köşesinde bir farklılık bulmanın mümkün olduğu bu antik şehirde benim için görülmeye değer önemli mekanlardan bir tanesi dünyanın en güzel kitapçısı olarak anılan Libreria Acqua Alta‘ydı. Ben bu kitapçıyı ziyaret etmeyi çok istediğim için bir öğleden sonrayı sadece buraya ayırdık.

http://www.insigniamasks.com.au/venetian-cats-as-traditional-venetian-characters

Libreria Acqua Alta adını Venedik’e özgü gelgitlerden alıyor. Bu özel kitapçının bir yüzü sıradan bir Venedik sokağına, diğeri turkuaz bir kanala bakıyor. İçeride binlerce kitap, poster, kart, kırtasiye malzemesi ve dergi var. Bunların hepsine zaman ayırmak imkansız olsa da, ilginizi çekecek birçok materyal bulmak mümkün. Kitaplar hem raflara hem de dekorasyon amacıyla kullanılan gondol, küvet, sepet, kasa gibi birçok değişik malzemenin içine doldurulmuş. Biz ilk anda nereye bakacağımızı şaşırdığımız için önce etrafı şöyleLibreria Acqua Alta - Kitapçının Bahçesi - bir gezmeye karar verdik. İkinci turumuzda kitaplara daha yakından bakabilmeye başladık. Burada Venedik’le ilgili başka hiçbir kitapçıda bulamayacağınız çok zengin bir kitap koleksiyonu var. Libreria Acqua Alta, özellikle Venedik sanatına, tarihine, mimarisine ve edebiyatına dair kaynak arayanlar için adeta bir cennet sayılır. Bu kıymetli kitapların bir kısmı eski olsa da, dünyanın en güzel kitapçısında kayda değer sayıda yeni kitap da satılıyor. Libreria Acqua Alta’nın en büyük özelliklerinden biri arka kapısının bir kanala açılıyor olması. Bu kapının karşısına koydukları oturma grubunda oturduğum ve kucağıma doldurduğum kitaplarla başbaşa kaldığım an tarif edilmezdi. İçerideki loş ortam ve ağır nemli hava burada yerini aydınlığa ve açık kapıdan içeriye dolan temiz havaya bırakıyor. Kanaldan taşıp gelen su yerleri şöyle bir ıslatıp geçerken siz de fotoğraf çeken turistlerden ve diğer meraklı gözlerden uzak, yüzünüzü kemerli kapıdan gelen ışığa dönerek bu özel mekanın tadını çıkarabiliyorsunuz. Ben buradan hatıra olarak aldığım kartların, kitap ayraçlarının ve not deftlerlerinin hepsini çok severek kullanıyorum. Venedik’te her yerde cam eşyalarla karşılaşıyorsunuz; ama aslında bu şehirdeki kağıt ürünleri de çok güzel. Özellikle hediye almanız gerekiyorsa el yapımı kağıtlardan yapılmış ya da Venedik motifleriyle süslenmiş ürünler sizin için çok cazip olabilir. Libreria Acqua Alta’yı Calle Lunga Santa Maria Formosa, 5176/B, 30122 Venezia adresinde ziyaret edebilirsiniz.

 

Venedik'ten kitap ayraclari, defterler ve kartlar

 

Çocuklar için Venedik kitapları

Yazımın ilk bölümünde (buraya tıklayarak okuyabilirsiniz) gezilere hazırlıklı gitmenin öneminden söz etmiştim. Eğer seyahate bir çocukla çıkıyorsanız bu durum bence daha da önemli hale geliyor. Bizler yetişkin olarak bir yeni bir yeri ziyaret edeceksek, göreceklerimiz hakkında en azından bir fikir sahibi oluyoruz. Çocuklar genellikle yetişkinlerin tercihlerine göre hareket ettikleri için, onlar açısından seyahat öncesi yapılacak güzel bir araştırmanın ya da kendilerine uygun bir seyahat kitabına sahip olmanın önemi artıyor. O sebeple yazımın bu bölümünde çocuklar için hazırlanmış ve Venedik’i anlatan birkaç kitaba yer vereceğim.

 

Venedik kitaplarim ve kahvem

 

Vendela Venedik’te / Vendela in Venice

Vendela in Venice Front Söz etmek istediğim ilk kitabın adı Vendela in Venice. Ben bu kitaba ilk kez geçen yıl, internette Venedik’i anlatan bir çocuk kitabı ararken rastladım. İsveçli yazar Christina Björk tarafından yazılan ve yine İsveçli Inga-Karin Eriksson tarafından resimlenen kitabı İsveççe orjinalinden İngilizce’ye Patricia Crampton çevirmiş. Nereden alacağıma dair araştırma yaparken aklıma kitabı Oslo’daki Deichmanske kütüphanesinde bulabileceğim geldi. Şansıma kütüphanede kitabın İsveççe bir baskısını buldum ve hemen ödünç aldım. Resimleri ve anlatımı o kadar güzeldi ki, Vendela in Venice‘yi mutlaka kendi koleksiyonuma eklemem gerektiğine karar verdim. İmdadıma internet üzerinden satış yapan Amerikalı bir kitapçı yetişti ve böylece Boston Kütüphanesi’nden emekliye ayrılmış olmasına rağmen fazla yıpranmamış bir Vendela in Venice uzun bir uçak yolculuğundan elime ulaştı.

Vendela kuzeyin Venedik’i diye adlandırılan Stocholm şehrinde yaşayan küçük bir kız. Babasıyla birlikte ilk kez Venedik’i ziyaret edecek olan bu küçük kız, hikayesine kendisini ve yaşadığı şehri anlatarak başlıyor. Kitabın ilk sayfalarını okurken Stockholm ile Venedik arasındaki önemli benzerlikleri ve Vendela’nın babasından Venedik tarihine dair dinlediği önemli ayrıntıları öğreniyoruz. İlerleyen sayfalardaysa, Vendela’nın yolculuk sırasında yaşadıklarına, otel odasında gördüklerine, Venedik’in sembolu kabul edilen Aziz Marco’nun Kanatlı Aslanı hakkında öğrendiklerine, Murano adasını yaptığı ziyarete tanık oluyoruz. Ben Dükler Sarayı’na, San Marco Meydanı’na, Aziz Marco’nun Çan Kulesi’ne ve bronz at heykellerine küçük bir turistin gözleriyle bakarken tahmin ettiğimden çok daha fazlasını öğrendiğimi farkettim. Kitap gerçekten harika resimlerle ve Vendela in Venice-We Come from the Seafotoğraflarlarla süslenmiş. Hepimizin bildiği gibi yetişkinler için yazılmış seyahat kitaplarında birçok öneri bulunur. Benzer öneriler Vendela in Venice’de de var; ama bunlar okura birer deneyim şeklinde aktarıldığı için çok daha anlamlı ve merak uyandırıcı olmuş. Hikaye İsveçli bir çocuğun ağzından anlatıldığı için, okurken yalnızca Venedik değil İsveç kültürü hakkında da yeni şeyler öğreniyorsunuz. Çocuklarınızla ya da öğrencilerinizle severek okuyacağınız, tatlı bir dille yazılmış ve açıklayıcı görsellerle tamamlanmış bu kitabı ben çok sevdim.

 

http://www.insigniamasks.com.au/venetian-cats-as-traditional-venetian-characters

Venezia

Berømte Byer Gjennom Tidene VENEZIA Sizlere söz etmek istediğim ikinci kitap, ünlü şehirler için hazırlanan bir serinin içinde yer alıyor. Özgün adı “Great cities through the ages – Venice” olan bu kitabın Norveççe bir baskısı bana geçen yıl hediye edilmişti. Renzo Rossi tarafından yazılan ve birçok farklı sanatçının illustrasyonlarıyla renklendirilmiş bu güzel resimli kitap ilk kez 2003 yılında basılmış. Kırk dört sayfadan oluşan kitabın içinde, giriş kısmı dışında yirmi ayrı bölüm var. Şehrin kuruluşu, orta çağ dönemindeki konumu, Dükler Sarayı, Rialto Köprüsü, Venedik’te rönesans dönemi, Venedik Cumhuriyeti’nin doğuşu ve batışı, şehrin sokakları ve meydanları, mimarisi, karnavalı, günümüzdeki durumu ve benzeri diğer birkaç önemli konu, ayrı ayrı başlıklar altında işlenmiş ve detaylı görsellerle desteklenmiş. Resimlerin biraz dağınık olması ve anlatım dilinin yer yerVenezia by Renzo Rossi ağıra kaçması bana dokuz yaşından küçük çocukların bu kitabı bir yetişkinle birlikte okumalarının daha verimli olacağını düşündürdü. Çocuk kitabı diye sınıflandırsak da, bu bence yetişkinlerin de kaynak olarak kullanabilecekleri Venedik’e dair önemli bilgiler ve ayrıntlarla dolu bir kitap. Türkçesi ne yazık ki henüz basılmadı; ama İngilizce orjinalini internet kitapçılarında bulmak mümkün.

 

http://www.insigniamasks.com.au/venetian-cats-as-traditional-venetian-characters

 

Aslında Venedik ile ilgili olduğu için aldığım iki kitap daha var. Bir tanesi Venedikli besteci ve keman virtüözü Vivaldi‘ nin hayatını hikaye şeklinde anlatan resimli bir çocuk kitabı. Minken Fosheim tarafından yazılan Eventyret om Vivaldi adlı kitabın ilüstrasyonları ise Venedikli Gino Scarpa’ya ait. Fosheim aslında sadece Vivaldi değil aralarında Mozart, Bach, Beethoven’in de bulunduğu beş ünlü müzisyenin yaşam öykülerini çocuklar için kitaplaştırmış. Ben bu serideki kitapların sadece dört tanesini bulup alabildim. Venedik’le ilgili olduğı için aldığım diğer kitapsa Donna Jo Napoli tarafından yazılmış, Daughter of Venice, yani Venedik’in Kızı. 16. yüzyılda yaşamış Venedikli bir genç kızın hayatını anlatan bu kitabı ne yazık ki henüz okuma fırsatım olmadı.

 

Eventyret om Vivaldi

 

Venedikle ilgili söyleyeceklerim şimdilik bu kadar. Güneyden beni çağıran bu esrarengiz şehrin sesini artık bir süreliğine duymazdan gelmek zorundayım. En azından bir sonraki gezi planı daha net bir hal alana kadar… Bir sonraki yazımda sizlere Kafka Ve Kaybolan Bebek‘ten söz etmek istiyorum. Oyuncak bebeğini kaybettiği için ağlarken, ünlü yazar Kafka ile karşılaşan küçük kızın hikayesini duymayan kalmış mıdır bilemiyorum; ama ben bu harika hikayenin resimli bir çocuk kitabına esin kaynağı olduğunu yeni öğrendim. İşte bir dahaki yazımda size bu tatlı hikayeden bahsetmek istiyorum. O zamana dek kendinize iyi bakın.

Sevgiler

http://www.insigniamasks.com.au/venetian-cats-as-traditional-venetian-characters

 

HandDrawn_10_2bough_up_graphicsfairy

 

Kadife Tavşan / The Velveteen Rabbit

 

The Velveteen Rabbit / Kadife Tavşan

the velteteen rabbit

Alıntı:

Bir gün Nana odayı toplamaya gelmeden önce, şömine paravanasının yanında uzanırlarken Tavşan sordu:

“GERÇEK olmak ne demek? İçinde vızıldayan şeylerin ya da bir kontrol kolunun olması mı? ”

“Gerçek olmak nasıl yapıldığınla ilgili değil, başına gelen bir şeydir” dedi Oyuncak At. “Bir çocuk çok ama çok uzun bir zaman seni sevdiğinde; ama sadece seninle oynamayı değil, GERÇEKTEN seni sevdiğinde, Gerçek olursun.”

“Canın acır mı? ” diye sordu Tavşan.

Oyuncak At her zaman doğru sözlü olduğundan, “Bazen” dedi. “Ama Gerçek olduğun zaman canın acımasını önemsemezsin.”

“Kurulmuş olduğundaki gibi birdenbire mi olur, yoksa yavaş yavaş mı?” diye sordu Tavşan.

“Birden bire olmaz,” dedi Oyuncak At. Gerçeğe dönüşmen uzun zaman alır. O yüzden kolay kırılan, köşeleri keskin veya özenle korunması gereken şeylerin başına pek gelmez. Genellikle Gerçek olana kadar tüylerinin çoğu okşanmaktan dökülmüş olur, gözlerin düşer, eklemlerin gevşer, iyice eski püskü olursun. Ama tüm bunların hiç önemi yoktur; çünkü bir kere Gerçek olduğunda, bunu anlamayan insanların dışında hiçkimseye çirkin görünemezsin.”

robinSize uzun zamandır Kadife Tavşan’dan bahsetmek istiyordum. Bu yazıya en güzel kitaptan bir alıntıyla, yazarının müşfik anlatımına bir örnek vererek başlanır diye düşündüm. İngiliz yazar Margery Williams (Margery Williams Bianco) tarafından yazılan The Velveteen Rabbit yanı Kadife Tavşan, ilk kez 1922 yılında yayımlanmış ve zamanla en çok sevilen çocuk klasiklerinden birı haline gelmiş. Bu güzelim kitabı küçük yaşta okumak eminim insanda çok daha derin izler bırakıyordur. Ben Kadife Tavşan’ı bir yetişkin olarak bile çok sevdim. Pinokyo gibi sonradan canlanan oyuncak kahramanlardan biri olan bu güzel tavşancık adeta insanın ruhuna dokunuyor. Kitabın bendeki ilk kopyası İngilizce, ama küçük bir araştırmayla Kadife Tavşan’ın Can Yayınları tarafından basılmış olduğunu gördüm. Ben bu çeviriyi, kitaptaki bazı önemli noktaları tam yansıtmadığını düşündüğüm için çok kendime yakın bulmadım. Örneğin Skin Horse, Sıska At diye adlandırılmamalıydı bence. Aslında muhtemelen gercek tüylü deriden yapılmış ve zamanla kelleşmis bir oyuncaktı Deri At. Deri At küçük çocuklar için uygunsuz bir seçim diye düşünülebilir elbette; öyleyse en azından Oyuncak At diye adlandırılabilirdi. Yine de çocuklar kitaba ya da çeviriye çok daha açık bir kalple ve yepyeni gözlerle bakacaları için, onların bu çeviriyi seveceklerini ve benimseyeceklerini düşünüyorum. Bazı eleştirmenlerin Kadife Tavşan’ı fazla duygusal bulduklarını okusam da, bence bu olumsuz bir durum değil. Hatta belki tam da bu yüzden, damağımızda buruk ama hoş bir tat bırakan bu küçük hikaye, film ve tiyatro eseri olarak da defalarca kez yorumlanmış. Çocuklar ve biz çocuk ruhlular, zaten oyuncaklarımızı, kitaplarımızı, gözde filmlerimizi, aldığımız ve verdiğimiz hediyeleri ve çoğu kişisel eşyamızı onlarla duygusal bağlantı kurduğumuz için ya da duygusal ilişki kurabildiğimiz oranda sevmiyor muyuz? İçimizde hiçbir duygu uyandırmayan sanat eserlerinden ömür boyu izler taşımamız ne kadar mümkün?

Kadife Tavşan, her okuyuşunuzda yaşama ve kendi hayatlarınıza dair birçok şey bulacağınız kısa ve tatlı bir masal. Sevilmek için bekleyen ve sevginin gücüyle değişen küçük bir oyuncağın hikayesinde her insan kendisinden bir parça bulabilir. Tavşanın sorduğu mecazi anlamlarla dolu soruları düşünürsek, bu kitabın neden küçükler kadar büyükler tarafından da sevildiğini daha iyi anlayabiliriz. Kadife Tavşan ve oynanmaktan yer yer tüyleri dökülerek kelleşmiş Oyuncak At, sevildikleri için gerçek olurlarken, bazıları da böyle güzel hikayeler yüzünden sevilip gerçeğe dönüşüyorlar. En azından bizim Charlie’nin hikayesi tam da bu duruma bir örnek.robin

Tavşan Charlie

Tavşan Charlie

Bir yaz günü Londra’yı terkedip, bavulumda benimle Norveç’e uçan Kadife Tavşan’ı okuyalı henüz çok olmamıştı. Okullar yeni açılmış, her yıl olduğu gibi, okul bandoları ve etkinlik kolları için para toplama amaçlı kermesler yapılmaya başlanmıştı. Bilenler bilir, Oslo’da merkez sayılacak bir yerde birbirinden güzel tarihi binalarıyla ünlü Uranienborg adında bir semt var. Sarayın hemen arkasında kalan bu semtte, kendisiyle aynı adı taşıyan tarihi bir okul bulunmakta. Biz de Sonbahar’ın güneşli ve güzel Cumartesilerinden birinde bu okulun yakınında bulunan Åpent Bakeri adlı kafeye gitmeye karar vermiştik. Tarihi bir apartmanın giriş katındaki bu minik kafe, çikolatalı kahvesi ve kuruyemiş ve meyvelerle dolu yulaflı ekmekleri sebebiyle bizim en sevdiğimiz mekanlardan biri.Åpent Bakeri Inkognito Terrasse Åpent Bakeri 1

Åpent Bakeri aslında birden fazla şubesi olan bir kurum. Bu kafeler unlu mamülleri ve kahve çeşitleriyle Oslo’nun gözde duraklarından. Biz Inkognito Terasse’deki şubesine sabah kahvesi için gittiğimizde, Uranienborg Okulu’ndaki kermese de uğramak istedik. Eski mobilyalardan, Murano camlarına kadar aklınıza gelebilecek hemen her şeyin satıldığı bu kermeste kitap salonunu ararken kendimizi oyuncakların içinde bulduk. Kalabalıkla beraber standların arasından akarken, yerde eski karton bir kutunun kenarından sarkan bir adet peluş tavşan kulağı gördüm. Kadife Tavşan’ı okumasaydım, uzun bacakları ve kolları birbirine dolanmış, tüyleri yoluk yoluk görünen bu peluş tavşana bir kez daha bakar mıydım bilmiyorum. Kitapta sevilmekten tüyleri dökülmüş Oyuncak At ‘Bir kere gerçek oldun mu artık bu sonsuza dek surer, geriye dönüşü yoktur.’ diyordu. Aynı durum okuduklarımız için de geçerli olmalıydı.Uranienborg Okulu Okuduğumuz kelimelerin, anladığımız cümlelerin ve metinlerin beynimizde kendilerine açtığı yer, kalbimizde dokundukları her nokta bu geriye dönüşü imkansızlaştırıyor sanırım. Bunları düşünürken, uzun kulaklı tavşanı, kutuda alınmak için umutsuzca bekleyen eski püskü bebeklerin ve diğer birkaç peluş hayvanın arasından çekip çıkardım. Biraz yorgun biraz da üzgün görünüyordu. Uzun kıvırcık tüylerinin arasında kaybolmuş minik ağzı, sevgi dolu bir evde yaşamayı özlediğini fısıldar gibiydi.

Önce kafede otururken biraz hava alsın diye cıkarıp kocaman pencerenin önüne koyduk onu. Güneşe çıkınca ne kadar kirlenmiş olduğunu daha da net görebiliyorduk. Eve gelir gelmez, bu yıpranmış tavşancığı yünlüler için yapılmış bir şampuanla yıkadım ve çiçek kokulu bir yumuşatıcıyla duruladım. Tavşancık radyatörün üzerinde kururken biz onun adını düşünüyorduk. Aslında onu okulda ilk gördüğümüz anda adının Charlie olduğunu anlamıştık, o yüzden değiştirmemeye karar verdik. Tamemen kuruduktan sonra tavçancığın tüyleri ışıl ışıl oldu. Sağında solunda tamir edilecek bir yeri var mı diye baktım; ama herhangi bir yırtık ya da sökük bulamadım. Biraz bakımla neredeyse yepyeni bir tavşan olmuştu Tavşan Charlie ve Bıyıklı KedicikCharlie. Mis gibi kokmaya başladıktan sonra evin baş köşesine oturdu. Kediciğimiz başlarda ondan biraz çekinse de, sonra ikisi de yan yana gelmekten keyif almaya başladılar. Biz evde yokken aralarında nasıl konuşmalar geçiyor, birbirlerine eski evlerini ve arkadaşlarını anlatıyorlar mı bilmiyorum. Tek bildiğim Charlie’nin yeniden kendisini çok sevecek ve asla bırakmak istemeyecek bir çocuğun olmak istediği. O yüzden onu çok isteyen bir çocuğa vermeye karar verdim. Bundan sonra sevgiye ihtiyacı olan minik bir oyuncak gördüğümde onu görmezlikten gelmeyip, sevgisiyle sararak gerçek bir arkadaşa dönüştürecek bir çocuğa ulaştırmaya çalışacağım. Kim bilir belki Tavşan Charlie’nin yeni evi sizinki olur? Eğer onu çok seveceğinizden ve onunla bol bol oynayacağınızdan eminseniz ya da bunları yapmaya can atan bir çocuk tanıyorsanız, bu sayfadan Tavşan Charlie’ye güzel bir mesaj yazmayı ve onu evinize davet etmeyi unutmayın!

Yazının sonuna, okumak isteyenler olabileceğini düşünerek, Kadife Tavşan’ın İngilizce aslını ekliyorum. Umarım siz de onu benim kadar seversiniz.

Karlı bir kış gününden hepinize kucak dolusu sevgiler gönderiyorum.

Yakında tekrar görüşmek üzere…

 

robin

 

THE
Velveteen Rabbit

OR
HOW TOYS BECOME REAL

by Margery Williams

THERE was once a velveteen rabbit, and in the beginning he was really splendid. He was fat and bunchy, as a rabbit should be; his coat was spotted brown and white, he had real thread whiskers, and his ears were lined with pink sateen. On Christmas morning, when he sat wedged in the top of the Boy’s stocking, with a sprig of holly between his paws, the effect was charming.

There were other things in the stocking, nuts and oranges and a toy engine, and chocolate almonds and a clockwork mouse, but the Rabbit was quite the best of all. For at least two hours the Boy loved him, and then Aunts and Uncles came to dinner, and there was a great rustling of tissue paper and unwrapping of parcels, and in the excitement of looking at all the new presents the Velveteen Rabbit was forgotten.

For a long time he lived in the toy cupboard or on the nursery floor, and no one thought very much about him. He was naturally shy, and being only made of velveteen, some of the more expensive toys quite snubbed him. The mechanical toys were very superior, and looked down upon every one else; they were full of modern ideas, and pretended they were real. The model boat, who had lived through two seasons and lost most of his paint, caught the tone from them and never missed an opportunity of referring to his rigging in technical terms. The Rabbit could not claim to be a model of anything, for he didn’t know that real rabbits existed; he thought they were all stuffed with sawdust like himself, and he understood that sawdust was quite out-of-date and should never be mentioned in modern circles. Even Timothy, the jointed wooden lion, who was made by the disabled soldiers, and should have had broader views, put on airs and pretended he was connected with Government. Between them all the poor little Rabbit was made to feel himself very insignificant and commonplace, and the only person who was kind to him at all was the Skin Horse.

The Skin Horse had lived longer in the nursery than any of the others. He was so old that his brown coat was bald in patches and showed the seams underneath, and most of the hairs in his tail had been pulled out to string bead necklaces. He was wise, for he had seen a long succession of mechanical toys arrive to boast and swagger, and by-and-by break their mainsprings and pass away, and he knew that they were only toys, and would never turn into anything else. For nursery magic is very strange and wonderful, and only those playthings that are old and wise and experienced like the Skin Horse understand all about it.

“What is REAL?” asked the Rabbit one day, when they were lying side by side near the nursery fender, before Nana came to tidy the room. “Does it mean having things that buzz inside you and a stick-out handle?”

“Real isn’t how you are made,” said the Skin Horse. “It’s a thing that happens to you. When a child loves you for a long, long time, not just to play with, but REALLY loves you, then you become Real.”

“Does it hurt?” asked the Rabbit.

“Sometimes,” said the Skin Horse, for he was always truthful. “When you are Real you don’t mind being hurt.”

“Does it happen all at once, like being wound up,” he asked, “or bit by bit?”

“It doesn’t happen all at once,” said the Skin Horse. “You become. It takes a long time. That’s why it doesn’t happen often to people who break easily, or have sharp edges, or who have to be carefully kept. Generally, by the time you are Real, most of your hair has been loved off, and your eyes drop out and you get loose in the joints and very shabby. But these things don’t matter at all, because once you are Real you can’t be ugly, except to people who don’t understand.”

“I suppose you are real?” said the Rabbit. And then he wished he had not said it, for he thought the Skin Horse might be sensitive. But the Skin Horse only smiled.

“The Boy’s Uncle made me Real,” he said. “That was a great many years ago; but once you are Real you can’t become unreal again. It lasts for always.”

The Rabbit sighed. He thought it would be a long time before this magic called Real happened to him. He longed to become Real, to know what it felt like; and yet the idea of growing shabby and losing his eyes and whiskers was rather sad. He wished that he could become it without these uncomfortable things happening to him.

There was a person called Nana who ruled the nursery. Sometimes she took no notice of the playthings lying about, and sometimes, for no reason whatever, she went swooping about like a great wind and hustled them away in cupboards. She called this “tidying up,” and the playthings all hated it, especially the tin ones. The Rabbit didn’t mind it so much, for wherever he was thrown he came down soft.

One evening, when the Boy was going to bed, he couldn’t find the china dog that always slept with him. Nana was in a hurry, and it was too much trouble to hunt for china dogs at bedtime, so she simply looked about her, and seeing that the toy cupboard door stood open, she made a swoop.

“Here,” she said, “take your old Bunny! He’ll do to sleep with you!” And she dragged the Rabbit out by one ear, and put him into the Boy’s arms.

That night, and for many nights after, the Velveteen Rabbit slept in the Boy’s bed. At first he found it rather uncomfortable, for the Boy hugged him very tight, and sometimes he rolled over on him, and sometimes he pushed him so far under the pillow that the Rabbit could scarcely breathe. And he missed, too, those long moonlight hours in the nursery, when all the house was silent, and his talks with the Skin Horse. But very soon he grew to like it, for the Boy used to talk to him, and made nice tunnels for him under the bedclothes that he said were like the burrows the real rabbits lived in. And they had splendid games together, in whispers, when Nana had gone away to her supper and left the night-light burning on the mantelpiece. And when the Boy dropped off to sleep, the Rabbit would snuggle down close under his little warm chin and dream, with the Boy’s hands clasped close round him all night long.

And so time went on, and the little Rabbit was very happy–so happy that he never noticed how his beautiful velveteen fur was getting shabbier and shabbier, and his tail becoming unsewn, and all the pink rubbed off his nose where the Boy had kissed him.

Spring came, and they had long days in the garden, for wherever the Boy went the Rabbit went too. He had rides in the wheelbarrow, and picnics on the grass, and lovely fairy huts built for him under the raspberry canes behind the flower border. And once, when the Boy was called away suddenly to go out to tea, the Rabbit was left out on the lawn until long after dusk, and Nana had to come and look for him with the candle because the Boy couldn’t go to sleep unless he was there. He was wet through with the dew and quite earthy from diving into the burrows the Boy had made for him in the flower bed, and Nana grumbled as she rubbed him off with a corner of her apron.

“You must have your old Bunny!” she said. “Fancy all that fuss for a toy!”

The Boy sat up in bed and stretched out his hands.

“Give me my Bunny!” he said. “You mustn’t say that. He isn’t a toy. He’s REAL!”

When the little Rabbit heard that he was happy, for he knew that what the Skin Horse had said was true at last. The nursery magic had happened to him, and he was a toy no longer. He was Real. The Boy himself had said it.

That night he was almost too happy to sleep, and so much love stirred in his little sawdust heart that it almost burst. And into his boot-button eyes, that had long ago lost their polish, there came a look of wisdom and beauty, so that even Nana noticed it next morning when she picked him up, and said, “I declare if that old Bunny hasn’t got quite a knowing expression!”

That was a wonderful Summer!

Near the house where they lived there was a wood, and in the long June evenings the Boy liked to go there after tea to play. He took the Velveteen Rabbit with him, and before he wandered off to pick flowers, or play at brigands among the trees, he always made the Rabbit a little nest somewhere among the bracken, where he would be quite cosy, for he was a kind-hearted little boy and he liked Bunny to be comfortable. One evening, while the Rabbit was lying there alone, watching the ants that ran to and fro between his velvet paws in the grass, he saw two strange beings creep out of the tall bracken near him.

They were rabbits like himself, but quite furry and brand-new. They must have been very well made, for their seams didn’t show at all, and they changed shape in a queer way when they moved; one minute they were long and thin and the next minute fat and bunchy, instead of always staying the same like he did. Their feet padded softly on the ground, and they crept quite close to him, twitching their noses, while the Rabbit stared hard to see which side the clockwork stuck out, for he knew that people who jump generally have something to wind them up. But he couldn’t see it. They were evidently a new kind of rabbit altogether.

 

They stared at him, and the little Rabbit stared back. And all the time their noses twitched.

“Why don’t you get up and play with us?” one of them asked.

“I don’t feel like it,” said the Rabbit, for he didn’t want to explain that he had no clockwork.

“Ho!” said the furry rabbit. “It’s as easy as anything,” And he gave a big hop sideways and stood on his hind legs.

“I don’t believe you can!” he said.

“I can!” said the little Rabbit. “I can jump higher than anything!” He meant when the Boy threw him, but of course he didn’t want to say so.

“Can you hop on your hind legs?” asked the furry rabbit.

That was a dreadful question, for the Velveteen Rabbit had no hind legs at all! The back of him was made all in one piece, like a pincushion. He sat still in the bracken, and hoped that the other rabbits wouldn’t notice.

“I don’t want to!” he said again.

But the wild rabbits have very sharp eyes. And this one stretched out his neck and looked.

“He hasn’t got any hind legs!” he called out. “Fancy a rabbit without any hind legs!” And he began to laugh.

“I have!” cried the little Rabbit. “I have got hind legs! I am sitting on them!”

“Then stretch them out and show me, like this!” said the wild rabbit. And he began to whirl round and dance, till the little Rabbit got quite dizzy.

“I don’t like dancing,” he said. “I’d rather sit still!”

But all the while he was longing to dance, for a funny new tickly feeling ran through him, and he felt he would give anything in the world to be able to jump about like these rabbits did.

The strange rabbit stopped dancing, and came quite close. He came so close this time that his long whiskers brushed the Velveteen Rabbit’s ear, and then he wrinkled his nose suddenly and flattened his ears and jumped backwards.

“He doesn’t smell right!” he exclaimed. “He isn’t a rabbit at all! He isn’t real!”

“I am Real!” said the little Rabbit. “I am Real! The Boy said so!” And he nearly began to cry.

Just then there was a sound of footsteps, and the Boy ran past near them, and with a stamp of feet and a flash of white tails the two strange rabbits disappeared.

“Come back and play with me!” called the little Rabbit. “Oh, do come back! I know I am Real!”

But there was no answer, only the little ants ran to and fro, and the bracken swayed gently where the two strangers had passed. The Velveteen Rabbit was all alone.

“Oh, dear!” he thought. “Why did they run away like that? Why couldn’t they stop and talk to me?”

For a long time he lay very still, watching the bracken, and hoping that they would come back. But they never returned, and presently the sun sank lower and the little white moths fluttered out, and the Boy came and carried him home.

Weeks passed, and the little Rabbit grew very old and shabby, but the Boy loved him just as much. He loved him so hard that he loved all his whiskers off, and the pink lining to his ears turned grey, and his brown spots faded. He even began to lose his shape, and he scarcely looked like a rabbit any more, except to the Boy. To him he was always beautiful, and that was all that the little Rabbit cared about. He didn’t mind how he looked to other people, because the nursery magic had made him Real, and when you are Real shabbiness doesn’t matter.

And then, one day, the Boy was ill.

His face grew very flushed, and he talked in his sleep, and his little body was so hot that it burned the Rabbit when he held him close. Strange people came and went in the nursery, and a light burned all night and through it all the little Velveteen Rabbit lay there, hidden from sight under the bedclothes, and he never stirred, for he was afraid that if they found him some one might take him away, and he knew that the Boy needed him.

It was a long weary time, for the Boy was too ill to play, and the little Rabbit found it rather dull with nothing to do all day long. But he snuggled down patiently, and looked forward to the time when the Boy should be well again, and they would go out in the garden amongst the flowers and the butterflies and play splendid games in the raspberry thicket like they used to. All sorts of delightful things he planned, and while the Boy lay half asleep he crept up close to the pillow and whispered them in his ear. And presently the fever turned, and the Boy got better. He was able to sit up in bed and look at picture-books, while the little Rabbit cuddled close at his side. And one day, they let him get up and dress.

It was a bright, sunny morning, and the windows stood wide open. They had carried the Boy out on to the balcony, wrapped in a shawl, and the little Rabbit lay tangled up among the bedclothes, thinking.

The Boy was going to the seaside to-morrow. Everything was arranged, and now it only remained to carry out the doctor’s orders. They talked about it all, while the little Rabbit lay under the bedclothes, with just his head peeping out, and listened. The room was to be disinfected, and all the books and toys that the Boy had played with in bed must be burnt.

“Hurrah!” thought the little Rabbit. “To-morrow we shall go to the seaside!” For the boy had often talked of the seaside, and he wanted very much to see the big waves coming in, and the tiny crabs, and the sand castles.

Just then Nana caught sight of him.

“How about his old Bunny?” she asked.

That?” said the doctor. “Why, it’s a mass of scarlet fever germs!–Burn it at once. What? Nonsense! Get him a new one. He mustn’t have that any more!”

And so the little Rabbit was put into a sack with the old picture-books and a lot of rubbish, and carried out to the end of the garden behind the fowl-house. That was a fine place to make a bonfire, only the gardener was too busy just then to attend to it. He had the potatoes to dig and the green peas to gather, but next morning he promised to come quite early and burn the whole lot.

That night the Boy slept in a different bedroom, and he had a new bunny to sleep with him. It was a splendid bunny, all white plush with real glass eyes, but the Boy was too excited to care very much about it. For to-morrow he was going to the seaside, and that in itself was such a wonderful thing that he could think of nothing else.

And while the Boy was asleep, dreaming of the seaside, the little Rabbit lay among the old picture-books in the corner behind the fowl-house, and he felt very lonely. The sack had been left untied, and so by wriggling a bit he was able to get his head through the opening and look out. He was shivering a little, for he had always been used to sleeping in a proper bed, and by this time his coat had worn so thin and threadbare from hugging that it was no longer any protection to him. Near by he could see the thicket of raspberry canes, growing tall and close like a tropical jungle, in whose shadow he had played with the Boy on bygone mornings. He thought of those long sunlit hours in the garden–how happy they were–and a great sadness came over him. He seemed to see them all pass before him, each more beautiful than the other, the fairy huts in the flower-bed, the quiet evenings in the wood when he lay in the bracken and the little ants ran over his paws; the wonderful day when he first knew that he was Real. He thought of the Skin Horse, so wise and gentle, and all that he had told him. Of what use was it to be loved and lose one’s beauty and become Real if it all ended like this? And a tear, a real tear, trickled down his little shabby velvet nose and fell to the ground.

And then a strange thing happened. For where the tear had fallen a flower grew out of the ground, a mysterious flower, not at all like any that grew in the garden. It had slender green leaves the colour of emeralds, and in the centre of the leaves a blossom like a golden cup. It was so beautiful that the little Rabbit forgot to cry, and just lay there watching it. And presently the blossom opened, and out of it there stepped a fairy.

She was quite the loveliest fairy in the whole world. Her dress was of pearl and dew-drops, and there were flowers round her neck and in her hair, and her face was like the most perfect flower of all. And she came close to the little Rabbit and gathered him up in her arms and kissed him on his velveteen nose that was all damp from crying.

“Little Rabbit,” she said, “don’t you know who I am?”

The Rabbit looked up at her, and it seemed to him that he had seen her face before, but he couldn’t think where.

“I am the nursery magic Fairy,” she said. “I take care of all the playthings that the children have loved. When they are old and worn out and the children don’t need them any more, then I come and take them away with me and turn them into Real.”

“Wasn’t I Real before?” asked the little Rabbit.

“You were Real to the Boy,” the Fairy said, “because he loved you. Now you shall be Real to every one.”

And she held the little Rabbit close in her arms and flew with him into the wood.

It was light now, for the moon had risen. All the forest was beautiful, and the fronds of the bracken shone like frosted silver. In the open glade between the tree-trunks the wild rabbits danced with their shadows on the velvet grass, but when they saw the Fairy they all stopped dancing and stood round in a ring to stare at her.

“I’ve brought you a new playfellow,” the Fairy said. “You must be very kind to him and teach him all he needs to know in Rabbit-land, for he is going to live with you for ever and ever!”

And she kissed the little Rabbit again and put him down on the grass.

“Run and play, little Rabbit!” she said.

But the little Rabbit sat quite still for a moment and never moved. For when he saw all the wild rabbits dancing around him he suddenly remembered about his hind legs, and he didn’t want them to see that he was made all in one piece. He did not know that when the Fairy kissed him that last time she had changed him altogether. And he might have sat there a long time, too shy to move, if just then something hadn’t tickled his nose, and before he thought what he was doing he lifted his hind toe to scratch it.

And he found that he actually had hind legs! Instead of dingy velveteen he had brown fur, soft and shiny, his ears twitched by themselves, and his whiskers were so long that they brushed the grass. He gave one leap and the joy of using those hind legs was so great that he went springing about the turf on them, jumping sideways and whirling round as the others did, and he grew so excited that when at last he did stop to look for the Fairy she had gone.

He was a Real Rabbit at last, at home with the other rabbits.

Autumn passed and Winter, and in the Spring, when the days grew warm and sunny, the Boy went out to play in the wood behind the house. And while he was playing, two rabbits crept out from the bracken and peeped at him. One of them was brown all over, but the other had strange markings under his fur, as though long ago he had been spotted, and the spots still showed through. And about his little soft nose and his round black eyes there was something familiar, so that the Boy thought to himself:

“Why, he looks just like my old Bunny that was lost when I had scarlet fever!”

But he never knew that it really was his own Bunny, come back to look at the child who had first helped him to be Real.

Kaynak: http://digital.library.upenn.edu/women/williams/rabbit/rabbit.html

Oslo Deichmanske Kütüphanesi

kütüphanede kitap satşı

Geçen Cumartesi, Oslo’nun merkez kütüphanesinde eski kitapların satışı yapıldı. İki torbaya sığdırdığımız otuz kitabın yirmi dokuzu çocuk kitabı. Sınav dönemini atlatıp masanın üzerinde beni bekleyen bu kitaplardan söz etmek için can atıyorum. ❤

Alice Yüz Elli Yaşında!

Alice Harikalar Diyarında -Alice's Adventures In Wonderland - Lewis Carroll & Sir John Tenniel'in İllüstrasyonlarıyla

Alice Harikalar Diyarında -Alice’s Adventures In Wonderland – Lewis Carroll & Sir John Tenniel’in İllüstrasyonlarıyla

 

Free-Vintage-Rose-Clip-Art-By-FPTFY

Alice Harikalar Diyarında ile ilgili uzun zamandır yazmak istiyordum.Bir masal ve çocuk edebiyatı sayfası yapıp o sayfada dünyanın en çok basılmış ve en çok okunmuş klasiklerinden birine yer vermemek olmazdı. Her ne kadar çocukken bu kitabı çok zor bitirsem de, kalbimde her zaman özel bir yere sahip oldu. Bu dönem, üniversitedeki seminerlerden birinde tanıtmak üzere Alice‘i seçtim ve Paskalya’dan bir hafta önce gerçekleşen seminer sırasında bu seçimde yalnız olmadığımı gördüm. Bize önerilen onca kitap arasında en çok tercih edilen kitap yine Alice oldu; ben de böylece kitabı yetişkin olarak okuyan diğer eğitimcilerin yaklaşımlarını görmüş ve kitaba birçok başka perspektiften bakma şansına erişmiş oldum. Orjinal adıyla Alice’s Adventures in Wonderland, İngiliz yazar Lewis Carroll tarafından yazılmış bir çocuk romanı; fakat bu kadar ünlü olması, yetişkinlerin dünyasında kendisine böyle bir yer edinebilmesi ve yüzlerce diğer sanat eserine esin kaynağı olması elbette bir tesadüf değil. Alice de sevdiğimiz, saydığımız ve baş tacı ettiğimiz bütün sanat eserleri gibi, hem çağını kendisine has bir dille anlatan hem de çağının ötesinde bir eser. Hazır yeniden okumuşken, Lewis Carroll’un bu enteresan kitabıyla ilgili bir yazı yazmadan geçmek istemedim.

Free-Vintage-Rose-Clip-Art-By-FPTFY

http://commons.wikimedia.org/wiki/File:Lewis_Carroll_1863.jpg Lewis Carroll 1863

Lewis Carroll 1863

Lewis Carroll Kimdir?

Lewis Carroll aslında sadece bir takma isim. Alice’nin yazarının gerçek adı Charles Lutwidge Dodgson. Dodgson 1832 yılında Cheshire’da (Cheshire Kedisi’nin adı buradan gelmekte) doğmuş ve Oxford Üniversitesinde ders vermiş olan başarılı bir matematikçidir. Hayatının büyük kısmını Oxford’da geçirdikten sonra 1898 yılında Guilford’da hayata gözlerini yummadan önce başka kitaplar, şiirler ve makaleler de yayımlamış, mantık alanında çalışmalar yapmış ve zamının yeni gelişmelerinden biri olan fotoğrafçılığın öncülerinden biri sayılmıştır.

Dodgson Alice’nin maceralarını ilk kez 1862 yılında bir tanıdığının çocuklarına hikaye anlatırken yaratmış. Hem bu çocuklardan bir tanesi hem de hikayenin ilham kaynağı olan Alice Liddell, Dodgson’dan anlattığı bu güzel masalı bir deftere yazıp kendisine vermesini isteyince, yazar onun isteğini geri çevirmemiş ve ilk hali doksan sayfa olan bu romanı eliyle yazıp, otuz yedi adet illüstrasyonla süsleyerek Alice Liddell’e hediye etmiş. Kitap tamamlandıktan bir yıl sonra, 1865 yılında basılmış. İşte o günden bugüne tam yüz elli sene geçmiş ve Alice bu yıl yüz ellinci yaşını kutluyor. El yazması orjinalin adı Alice’s Adventures Under Ground. Yazar daha sonra hikayenin üzerinde çalışarak kitabı baskıya hazır hale getirmiş. Alice Harikalar Diyarında ile ilgili araştırma yapmak ya da ödev hazırlamak isteyen okurlar, el yazması kitaba buraya tıklayrak ulaşabilirler ve baştan sona okuyup resimlerine bakabilirler.

Free-Vintage-Rose-Clip-Art-By-FPTFY

Alice Harikalar Diyarında -Alice's Adventures In Wonderland - Lewis Carroll & Sir John Tenniel'in İllüstrasyonlarıyla

Alice’s Adventures In Wonderland – Lewis Carroll With illustrations by Sir John Tenniel

Yazar, yıllar sonra Alice’in hikayesini ikinci kitapla devam ettirmiş. Bu kitabın adı Through the Looking-Glass and what Alice found there yani Türkçe’ye çevrilmiş adıyla: Aynanın İçindenAlice Harikalar Ülkesinde İkinci Kitap. Özellikle ilk kitabın baskısını birçok yayınevinden edinebilirsiniz. Benim bildiklerimden iki tanesi, Can Yayınları ve İş Bankası Yayınları tarafından basılanlar. Hatta İş Bankası Yayınları’nın bir baskısını bana Türkiye’den bir arkadaşım almıştı. Bu sayede seminer için hazırlanırken, Türkçe çevirisine bakma fırsatını da yakalamış oldum. Kitap kelime oyunlarıyla, sözleri değiştirilmis şarkılarla ve atasözleri ile dolu olduğu için orjinal dilinde okumak bambaşka bir keyif; ancak aynı sebep yüzünden çocuklar, özellikle de İngilizce’yi yabancı dil olarak öğrenen çocuklar için bu koca romanı baştan sona asıl dilinde okumak zor olacaktır diye tahmin ediyorum. Katıldığım seminerdeki Amerikalı öğretim görevlisi, kitabı ilkokuldayken eline aldığını ama dili yüzünden bitiremeden bıraktığını, daha sonra ortaöğretim sırasında okuyabildiğini söyledi. O zaman Alice‘i okumakta zorlanan tek çocuk ben değilmişim diye düşündüm; çünkü küçükken hikayeyi çok esrarengiz ve çekici bulmama ve Türkçe okumama rağmen bütün kitabı bitirmem çok zaman almıştı. Yetişkin olarak okumaksa çok büyük bir keyif oldu; çünkü kitabın çağının politikasını, İngiliz geleneklerini, insan ilişkilerini sembolik ama mizahi bir dille anlattığını gördüm. Yazarın bu renkli rüya perdesinin ardından sunduğu gerçekçi eleştiri ve saptamaları görmek çok keyifliydi. Yetişkinlerin neden bu hikayeyi anladıklarını ve sevdiklerini, sanatçıların filmlerle, tiyatro eserleriyle, yeni kitaplarla bu hikayeyi neden tekrar tekrar yorumladıklarını tahmin etmek güç değil. Kitaptaki karakterler ve bu karakterlerin diyalogları tek tek ve yakından incelemeye değer. Küçük Alice’in saçma deyip geçtiğimiz rüyasında yer alan karakterlerin hepsi ayrı bir dünya ve hepsinin size anlatacakları enteresan bir hikayeleri var. Tam da bu karakter zenginliği yüzünden, kitap hem okulda hem de yaratıcı projelerde kullanılmaya çok uygun.

Free-Vintage-Rose-Clip-Art-By-FPTFY

Alice I Eventyrland -Lewis Carroll. Illustrated by Anthony Brown -Bokklubbens Barn

Alice Harikalar Diyarında -Lewis Caroll & Anthony Browne-

Alice Harikalar Diyarında, birçok değişik perspektifle yorumlananabilecek özel bir kitap. Kitabı duyup Alice’in sürekli büyüyüp küçüldüğünü bilmeyen yoktur. Bu ilginç konunun üzerinde biraz düşününce, kitabın metaforlarla dolu olduğunu farketmemek imkansız hale geliyor. Alice’in bu değişken görüntüsü bana büyüme çağındaki bir çocuğun sürekli değişmekte olan hayatına ve bedenine adapte olmayı öğrenene kadar karşılaştığı kapılardan geçebilmek, girdiği mekanlara uyum sağlayabilmek ve karşısına çıkan fırsatlardan faydalanabilmek için sürekli büyümek ya da küçülmek zorunda kalmasını hatırlattı. Kahramanımızın geçirdiği değişimleri kontrol etmekte zorlanması, size de bazen küçük birer çocuk gibi davranmalarını bazen de yaşlarının elverdiğinden fazla anlayış ve uyum göstermelerini beklediğimiz çocukları anımsatmıyor mu? ”Biz yetişkinlerin oluşturdukları sosyal ortamlara ve kurumlara adapte olabilmek içim sürekli büyüyüp küçülmek zorunda kalan, farklı yetişkinlerin farklı tavırları yüzünden bazen yaşlarından daha büyük bazen de daha küçük çocuklar gibi muamele gören ve bu tavırlarla başetmek için farklı tepkiler vermesi gereken çocukların hayatları, Harikalar Diyarı’nda olduğundan daha mı az tuhaf?” diye sormadan edemiyorum. Küçük kardeşlerinin yanında yetişkinler kadar anlayışlı birer abi ve abla gibi davranacak kadar büyük, sofrada doyup doymadıklarına karar veremeyecek kadar küçük, okul ödevlerini yaparken ağırbaşlı bir memur ciddiyeti taşımaları gerektiğini bilecek kadar olgun olmalarını istediğimiz çocuklar… Aslında aynı durum bazen biz yetişkinler için de geçerli değil mi? İş ya da özel ilişkilerimizde zaman zaman kendimizi olduğumuzdan güçlü veya olgun ya da daha zayıf ve küçük hissettiğimiz olmuyor mu? Aile büyüklerimizin yanında çocuklaşırken, çocuklarımızın ya da öğrencilerimizin yanında daha olgun ya da büyük, arkadaşlarımızın yanında daha genç ve eğlenceli hissetmiyor muyuz? Bu rolleri öğrenirken bizler de Alice gibi zaman zaman kim olduğumuzu sorgulamadık mı? Nereye varmak istediğimize karar vermeden hangi yola gitmemiz gerektiğini sormadık mı? Yeni rollerimize uyum sağlama sürecinde kendi gözyaşlarımızda yüzecek ya da evlerimizden taşacakmış gibi hissettiğimiz olmadı mı hiç? Harika bir mizahi dille yazılmış bu kitabı gülerek okusam da, son sayfayı bitirip kenara koyduktan sonra aklıma hep bu ve benzeri sorular takıldı.

Free-Vintage-Rose-Clip-Art-By-FPTFY

Alice I Eventyrland -Lewis Carroll. Illustrated by Anthony Brown -Bokklubbens Barn

Alice Harikalar Diyarında -Lewis Caroll & Anthony Browne-

Cheshire Kedisi, Beyaz Tavşan, Sahte Kaplumbağa, Kupa Kraliçesi Ve Diğerleri…

Alice’in Harikalar Diyarı’nda karşılaştığı karakterlerin ve kitabın altını çizdiği temaların hepsi üzerinde konuşmaya değer; ama ne yazık ki burada hepsinden söz etmek mümkün değil. Saçma gibi görünen söylemlerinin ardında birçok değişik mesaj veren garip Düşes, telaşlı ve kraliçeyi kızdırmaktan ölesiye korkan Beyaz Tavşan, üzülecek hiçbir şeyi olmadığı için ağlayan Sahte Kaplumbağa, filozof Cheshire Kedisi, kaçık Şapkacı ve Mart Tavşanı’nı unutmak mümkün değil. Ülkedeki her şahsın kafasını uçurmak için en az bir kere emir vermiş olan; ama kimsenin dinlemediği Kupa Kraliçesi ise, kimi araştırmacılara göre, kitabın yazıldığı dönemin İngiltere’sini ve Kraliçe Victoria’yı adeta karikatürize ederek anlatıyor. Önce ceza verip sonra yargılama yapılması gerektiğini düşünen, tahtı ve yetkisizliği arasında kaldığını farketmeden emirler yağdıran Kraliçe’yi, onu rahatlatarak idare eden Kupa Kralı’nı ve bütün hikayeyi hem politik hem de cinsiyet ve sınıflar arası güç ilişkileri açısından inceleyen birçok makale bulmak mümkün.Free-Vintage-Rose-Clip-Art-By-FPTFY

Alice Harikalar Diyarında -Lewis Carroll. Illustrated by Anthony Brown -Bokklubbens Barn

Alice I Eventyrland

Alice Harikalar Diyarında -Lewis Carroll. Illustrated by Anthony Brown -Bokklubbens Barn

Alice I Eventyrland

Alice Harikalar Diyarında, Disney tarafından çizgi filmleştirilmiş bir kitap. Disney’in, işlediği eserlerdeki karakterlere ve olaylara çok belirgin imajlar verdiğini ve bu imajların zamanla reklam ürününe dönüşüp asıl karakterlerin olduklarından biraz daha yüzeysel algılanmalarına sebep olduğunu düşünüyorum. Bu durum bir bakıma hikayelerin içini boşaltıyor ve eserleri henüz onlarla buluşmamış okurlara eksik sunuyor gibi geliyor bana. Alice de mavi kabarık elbisesi ve uzun sarı saçlarıyla reklam yüzü olmuş Disney prenseslerinden birini andırsa da, hikayenin aslı bundan çok daha fazlasını barındırıyor ve çok daha geniş bir kitleye hitap ediyor. O yüzden fırsatı olan herkesin bu klasiğe bir kere ya da bir kez daha bakmasını tavsiye ediyorum. Kitabın içinde yer alan değiştirilmiş şarkı sözleri, atasözleri ve kelime oyunlarını asıl dili olan İngilizce’de okumak ayrı bir keyif olsa da, gayet iyi Türkçe çevirileri de mevcut. Ben birkaç yıl önce bir kitapçıda Norveççe’sini bulup almıştım; ama henüz okuma fırsatım olmadı. Alice’in illüstrasyonlarını yapan İngiliz illüstratör Anthony Browne, alanında ünlü ve ödüllü bir sanatçı ve ben de haliyle daha kapağı görür görmez vurulmuştum. Alice’nin çocuklar için okunması zor bir kitap olduğuna değinmiştim; o yüzden çocuğunuz bu kitabı kendisi okurken takip etmekte zorlanıyorsa, siz yüksek sesle her gün bir ya da iki bölüm okuyabilirsiniz. Kitap okumayı sevmeyen oğlunu okuması için zorlamak yerine, ona Yüzüklerin Efendisi serisinin bütün ciltlerini akşamları yüksek sesle okuyan bir babayla karşılaştıktan sonra, bu tür etkinliklerin sadece okul öncesi küçük çocuklarla sınırlandırlmayabileceğini gördüm.

Bu uzun yazıyı bütün kedilerin ve çocukların biraz filozof olduklarını hatırlatan Cheshire Kedisi ve Alice’den bir alıntıyla bitirmek istiyorum. Umarım hepiniz harika bir hafta sonu geçirirsiniz.

SevgilerFree-Vintage-Rose-Clip-Art-By-FPTFY

Alice and the Cheshire Cat

Free-Vintage-Rose-Clip-Art-By-FPTFY

Kaynaklar:

http://www.bl.uk/onlinegallery/ttp/alice/accessible/page1.html#content

http://www.lewiscarroll.org/

http://lewiscarrollsociety.org.uk/

Haftanın Kitapları

Bu Haftanin Kitapları

 

Oslo Norveç

Oslo’da Karli Bir Bahar Günü

Satın aldığım, ödünç aldığım, okumak istediğim ve okumak zorunda olduğum kitaplar üst üste eklenerek kocaman bir dağ oluşturmaya başladı. Sabah bu karlı manzaraya uyanınca, günü okuyarak geçirmenin yapılacak en mantıklı iş olacağına karar verdim. Okulda, incelemek üzere önerilen kitapları değerlendirirken, daha önceden duymadıklarımı, normal şartlarda öncelik vermeyeceklerimi ya da yeni bir yaklaşımla yeniden okumam gerektiğini düşündüklerimi tercih ediyorum. Bu sayede hem normalde seçmeyebileceğim eserleri okuma şansım oluyor hem de ufkumun genişlediğini hissediyorum. Günümüzde çocuk edebiyatında esen karanlık ve bu yüzden biraz temkinli yaklaştığım fantezi rüzgarını daha yakından tanıma fırsatı bulduğum gibi, klasik kabul edilen çocuk kitaplarına, akademisyenlerin yorumları ışığında yeniden bakmayı öğreniyorum. O yüzden bu, okul hayatımın belki de en kıymetli yılı.

Geçen hafta değinip tanıtamadığım bir kaç tane kitap vardı. Bu kitapların bazılarını kütüphaneden ödünç almıştım. Eğer şimdi yazmazsam, daha sonra fırsatım olmayabileceği için ilk sırayı onlara veriyorum.

hydrangea-graphicsfairy008sm

Amazing GraceAmazing Grace: Mary Hoffman’a ait bu kitap Grace serisinin ilki. Kitabın resimleri Caroline Binch’e ait ve ilk baskısı 1991 yılında yapılmış. Grace o kadar çok sevilmiş ki, yazar bu başarının ardından aynı kahramanla ile ilgi bir dizi kitap daha yazmış. Eser, bir zamanlar kölelikle savaşın ve özgürlüğün sembolü olmuş Amazing Grace adlı ilahi ile aynı adı taşıyor. Kitapta dinsel bir öğeye ya da bu şekilde yorumlayacağım bir ifadeye rastlamadım; ancak siyahi bir çocuğun ayrımcılığa karşı duruşunu anlattığı için adının kölelik sistemi ile mücadelede anılan başka bir yapıtla aynı olmasının tesadüf olmadığını düşünüyorum. Amazing Grace, kısacık metni olan ve detaylı, güzel resimleriyle sizi küçük bir çocuğun hikayesine davet eden, otuz iki sayfalık, sıcacık bir kitap.

Kahramanımız Grace, hikayeleri çok seven ve kendisini hikaye kahramanlarının yerine koyarak oyunlar oynayan küçük bir kızdır. Annesi, anneannesi ve kedisi Paw-paw da zaman zaman oyunlarında Grace’e eşlik ederler. Bir Cuma günü öğretmeni okulda bir piyes hazırlayacaklarını haber verir. Oynayacakları oyun Peter Pan’dir ve seçmeler Pazartesi günü yapılacaktır. Grace, Peter Pan olmak için can atar; ama arkadaşlarının bir tanesi Peter Pan’ın erkek olduğunu, o yüzden bu rolü Grace’nin oynamaması gerektiğini söyler. Bir diğer arkadaşı da Peter Pan’ın beyaz olduğunu, siyah tenli birinin onu canlandıramayacağını ifade eder. Grace o gün okuldan eve çok üzgün döner. Annesi ve anneannesi okul arkadaşlarıyla aynı fikirde değildir ve Grace’i yüreklendirerek biz okurlara mutlu bir son hediye ederler.

Amazing Grace1Amazing Grace, cinsiyet ve ırk ayrımcılığını çocukların anlayacağı sade bir dille işleyen ve sonunda okuruna güzel bir mesaj veren, onlarca dile çevrilmiş, bir kitap. Bence hem güzel bir okuma saati geçirmek isteyen dört yaş üstü okurlar, hem de okulda ilgili konuları işlerken kaynak arayan öğretmenler için uygun bir alternatif olabilir.hydrangea-graphicsfairy008sm

Princess and the Frog Prenses ve Kurbağa http://www.willeisner.com/library/princess-and-the-frog.html

Princess and the Frog by Will Eisner

The Princess and the Frog, yani ‘Prenses Ve Kurbağa’ hepimizin bildiği gibi ilk kez Grimm Kardeşlerin kaleme aldığı, sayısız kitaba ve filme konu olmuş masallardan bir tanesi. İşte bu ünlü masal, çizgi ve grafik roman alanında efsane kabul edilen Will Eisner tarafından yeniden yorumlanmis ve 1999 yılında basılmış. Çizer hikayeyi yeniden anlatırken orjinaline sadık kalmış. Suluboya kullanılarak yaratılmış resimler, dikkatle incelediğiniz zaman uzun ve zahmetli bir çalışmanın ürünü olduklarını gösteriyor. Hikaye aslında üçüncü şahıs tarafından anlatılsa da, genellikle bu türe özgü konuşma balonlorıyla devam ediyor. Renkler oldukça belirgin ve sayfaların kimisi kocaman illüstrasyonlarla doluyken kimisi birçok küçük resimden oluşuyor.

The Princess and the Frog, Eisner’in masal uyarlamalarından sadece bir tanesi. Çizerin benzer başka klasik masal çalışmaları da mevcut. Otuz sayfalık bu kitap, Amazon tarafından dört yaş üstü okurlara öneriliyor. Ben kitabı hem çizgi roman seven hem de böyle bir alışkanlığı olmayan çocuklara tavsiye ediyorum. Farklı tarzda kitaplar okuyabilmek, farklı anlatım öğeleri ve teknikleri içeren metinleri okuyup anlayabilmek ve yorumlayabilmek bir beceridir. Hele de böyle alanının en önemli isimlerinden biri tarafından yaratılmışsa, mutlaka değerlendirilmeli diye düşünüyorum.

Bir çocuk kitabı olarak geçse de, The Princess and the Frog , sadece çocuklara hitap etmiyor. Kitap, Will Eisner’in hayranı olan ve onun bütün eserlerini toplayan yetişkin koleksiyoncular arasına da son derece popüler.

hydrangea-graphicsfairy008sm

Best Loved Poems En sevilen şiirler

Best Loved Poems by Neil Philip & Isabelle Brent

Best Loved Poems: Adından da anlaşılacağı gibi En Sevilen Şiirler, yüzün üzerinde şairin en çok sevilen eserlerini içeren iki yüz yirmi dört sayfalık bir kitap ve ilk kez 2000 yılında, İngiltere’de okurlarıyla buluşmuş. İki yüzün üzerinde şiire yer veren kitabın editörü Neil Philip. Ben bu kitabı geçen yıl satın aldım; ama içinde geçen bazı şiirlerle daha önce lisans eğitimi sırasında tanışmıştım. Bendeki baskısı, aylarca kitaplıkta durduktan sonra ortaya çıktı. Şimdilerde, şiirleri arka arkaya okumaya çalışmak yerine her gece uyumadan önce bir ya da iki tanesini okuyorum. Bu sayede hem bir süre sonra bütün şiirleri okumuş olacağımı hem de okuduklarımı daha iyi sindirebileceğimi düşündüm. Her şiire bir ya da iki sayfa ayrılan bu kitapta Emily Dickinson’dan, T. S. Eliot’a kadar birçok ünlü ismin eseri var. Şiirler ünlü İngiliz ressam ve illüstratör Isabelle Brent tarafından resimlenmiş. Isabelle Brent alanında çok ünlü bir isim ve resimleri gerçekten eşsiz. Eserlerinde altın ve gümüş varak kullanan sanatçının süslemeleri oya gibi ayrıntılı. Bende resimlediği kitaplardan dört tanesi mevcut ve eğer alışveriş ederken yeni bir tanesiyle karşılaşırsam mutlaka alıyorum, çünkü Brent’in resimlerine bakmak büyük bir zevk.

Best Loved Poems (En Sevilen Siirler-Arka Kapak)Kitabın kapağında Edward Lear’ın The Owl and the Pussy-cat şiiri için yapılmış resim var. Kitaptaki şiirler konularına göre sınıfandırılmış ve kimisi çocuklara, kimisi gençlere ve elbette hepsi yetişkinlere hitap ediyor. Bazı şiirler, derste ve etkinliklerde kullanılmak üzere İngilizce öğretmenleri için güzel bir kaynak olabilir. En azından aşağıda sizlerle paylaşacağım The Owl and the Pussy-cat’i , biz, geçen yıl derste işlemiştik. Ben çok sevmiştim bu şiiri. Umarım siz de seversiniz.

The Owl and the Pussy-cat

The Owl and the Pussy-cat went to sea
In a beautiful pea green boat,
They took some honey, and plenty of money,
Wrapped up in a five pound note.
The Owl looked up to the stars above,
And sang to a small guitar,
‘O lovely Pussy! O Pussy my love,
What a beautiful Pussy you are,
You are,
You are!
What a beautiful Pussy you are!’

Pussy said to the Owl, ‘You elegant fowl!
How charmingly sweet you sing!
O let us be married! too long we have tarried:
But what shall we do for a ring?’
They sailed away, for a year and a day,
To the land where the Bong-tree grows
And there in a wood a Piggy-wig stood
With a ring at the end of his nose,
His nose,
His nose,
With a ring at the end of his nose.

‘Dear pig, are you willing to sell for one shilling
Your ring?’ Said the Piggy, ‘I will.’
So they took it away, and were married next day
By the Turkey who lives on the hill.
They dined on mince, and slices of quince,
Which they ate with a runcible spoon;
And hand in hand, on the edge of the sand,
They danced by the light of the moon,
The moon,
The moon,
They danced by the light of the moon.

hydrangea-graphicsfairy008sm

Rim og Regleboka. En Fløyte Full av Toner

Rim og Regleboka. En Fløyte Full av Toner

Bu iki güzel kitabı bir hafta önce aldım. Sağdaki daha önce Yeni Eski Kitaplar adlı yazımda sözü geçen Norveçli illüstratör Sigrun Sæbø Kapsberger tarafından resimlenmiş güzel bir tekerleme ve şiir kitabı. Bu kitaba, The Best Loved Poems‘i okuduktan sonra başlamak istiyorum. Soldaki ise çok güzel resimli bir masal kitabı. Bu kitaptan daha sonra ayrıntılı şekilde söz etmek istiyorum; çünkü çok sevdim.

Bugün, bizim için iki hafta sürecek paskalya tatili başladı. Bundan sonraki yazımı hazırlamak bir hafta beklemem gerekmeyeceği için çok mutluyum. Çok yakında burada tekrar buluşmak üzere hepinize harika bir hafta sonu diliyorum.

Sevgiler heart

Untitled

Şiiri yazarken kullandığım kaynak: http://en.wikisource.org/wiki/Nonsense_Songs,_Stories,_Botany,_and_Alphabets/The_Owl_and_the_Pussycat