Ole Lukøja Masalı “Cuma”




Cuma

Bana ne kadar çok yaşlı insanın ulaşmak istediğine inanamazsın!” dedi Ole Lukøje. “Özellikle de kötü şeyler yapmış olanlar bana, ‘Sevgili küçük Ole, gözlerimizi kapatamıyoruz; çünkü kapatırsak bütün gece yaptığımız kötülükleri görüyoruz. Onlar çirkin birer küçük troll gibi yatağımızın kenarına oturup üzerimize kaynar su püskürtüyorlar. Gelip onları kovsan da bir rahat uyusak olmaz mı?’ derler. Sonra derin derin iç çekerek ‘Ücreti de neyse öderiz. İyi geceler Ole! Paralar pencerenin pervazında duruyor.’ diye eklerler, fakat ben para için böyle bir şey yapmam” dedi Ole Lukøje.

“Peki bu gece ne olacak?” diye sordu Hjalmar.

“Bilmem! Bu gece yine bir düğüne gitmek ister miydin? Bu, dünkünden farklı bir düğün olacak yalnız. Bu defa kardeşinin oyuncak bebeği, hani şu erkek ve adı Herman olan, diğer oyuncak bebek Bertha ile evlenecek. Ayrıca bugün Bertha’nın doğum günü. Bu yüzden kendisine birçok hediye de verilecek!”

“Evet biliyorum,” dedi Hjalmar. “Ne zaman oyuncak bebeklerin yeni giysilere ihtiyacı olsa, kız kardeşim ya bir doğum günü düzenler ya da bir düğün! Bu en az yüz kere olmuştur!”

“Evet, ama bu geceki düğün yüz birincisi olacak ve yüz bir tamamlanınca her şey bitecek! Bu yüzden de bu düğün olağanüstü olacak. Baksana!”

Hjalmar masaya baktı. Orada pencerelerinde ışık olan kartondan yapılmış küçük ev duruyordu. Hemen dışarıda durmakta olan bütün kurşun askerler tüfeklerini selam duruşuna kaldırmışlardı. Gelinle damat masanın ayağına yaslanmış şekilde yerde oturuyorlardı. Odukça düşünceliydiler ve bunun bir nedeni vardı. Ole Lukøje ise, büyükannenin siyah giysisini giymişti. Oyuncak bebekleri o evlendirdi! Nikâh kıyıldıktan sonra odadaki tüm mobilyalar; kurşun kalem tarafından yazılmış olan ve “tapto” melodisiyle söylenen şu güzel şarkıya eşlik ettiler:

Şarkımız esecek rüzgâr gibi,
Girecek içeri gelinle damadın yanına şimdi;
İkisi de dimdik durur birer sopa gibi,
Eldiven derisinden yapılmışlar sanki!
Yaşasısn sopayla deri!
Bunu söyleriz yüksek sesle, rüzgârla fırtına gibi!

Sonra hediyeler verildi; ama çift kendilerine sunulan bütün yiyecekleri reddetmişti. Çünkü zaten sevgileri onlara yetiyordu.

“Peki biz şimdi köyde mi yaşayalım, yoksa yurtdışına mı gidelim?” diye sordu damat. Bunun üzerine çok seyahat etmiş olan kırlangıçın ve beş kez civcivi olmuş yaşlı çiftlik tavuğunun da fikri soruldu. Kırlangıç, dallarını iri üzümlerin süslediği ağır salkımlarla dolu bağların olduğu, havası yumuşak, dağları buralarda hiç bilinmeyen renklerde görünen o sıcak ve güzel ülkelerden söz etti.

“Fakat onların bizimki gibi yeşil yapraklı lahanası yok ki!” dedi tavuk. “Ben bir yaz boyunca bütün civcivlerimle birlikte köyde kaldım; orada gidip eşelenebileceğiniz bir çakıl ocağı da vardı. Ayrıca lahana bahçesine de girebiliyorduk! Ah, ne kadar da yeşildi o bahçe! Daha güzelini düşünemiyorum!”

“Fakat bütün lahanalar birbirine benzer,” dedi kırlangıç, “Hem burada havalar sık sık kötü gider!”

“Evet ama buna alışılır!” dedi tavuk.

“Ama burada soğuk var, don oluyor!” dedi kırlangıç

“Bu lahanaya iyi gelir!” dedi tavuk. “Üstelik burada da bazen hava çok sıcak olabiliyor! Dört yıl önce tam beş hafta süren bir yaz olmamış mıydı? O kadar sıcaktı ki nefes bile alamıyorduk! Hem bizde onlardaki gibi zehirli hayvanlar yok. Haydutlar da yok. Bizim ülkemizin en iyisi olduğunu kabul etmeyen biri tam bir sefildir ve burada yaşamayı hiç hak etmiyor!” dedikten sonra tavuk ağlamaya başladı ve ekledi, “Ben de seyahat ettim! On iki mil boyunca bir kovanın içinde yolculuk ettim. Seyahat dediğin kesinlikle keyifli bir şey değil!”.

“Evet, bu tavuk akıllı bir hanım!” dedi oyuncak bebek Bertha. “Ben de dağlara gitmeyi sevmem; tek yaptığın aşağı yukarı inip çıkmaktır! Hayır, biz çakıl ocağının olduğu yere taşınacağız ve lahana bahçelerinde yürüyüşe çıkacağız!”

Ve öyle de oldu.

Hans Christian Andersen

https://www.andersenstories.com/da/andersen_fortaellinger/ole_lukoje

Çeviren: Eylem Rosseland

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir