Merhaba,
Uzun yaz günleri birbirlerini öyle hızlı kovaladı ki, sonunda hepsi yorulup sonbaharın kısa, serin günlerine teslim oldu. Biz de sessiz sakin bir perşembe sabahına uyandık ve güne İzmir’den satın aldığım Pablo Neruda’nın Kuşlar Sanatı kitabı ile başladık. Şiirleri, kuşlara olan özel ilgisi sebebiyle minik kedi Josefine Bonbon da sevdi. Ben uzak ülkeleri ve denizleri düşlerken, o kim bilir kuşlarla süslü hangi ziyafet sofralarının hayallerini kurdu. Bu arada minik dedim; ancak kendisi kaşla göz arasında büyüdü ve Ağustos ayında birinci doğum gününü bir kutu karidesli ton balığı yiyerek kutladı. Her şeyiyle son derece tuhaf, nefis bir kedi oldu. O biblo gibi minicik güzel bebeğin evdeki perdeler dahil her kumaşı jilet gibi pençeleriyle yırtan kocaman egzotik bir kediye dönüştüğüne inanmak güç. O şu anda yumuşacık yatağında huzurla uyurken ben de size bir önceki yazımda söz ettiğim sihirli şişeyi son açtığımdan beri neler olduğunu anlatmak istiyorum.
Yine böyle güneşli bir gündü. Öykü dolu şişenin kapağını açtım. Tam o anda etrafa öyle heyecanlı fısıltılar yayıldı ki, onları işitseydiniz siz de benim gibi hepsini ortaya dökmek için şiddetli bir istek duyardınız. Dikkatimi toplayıp söylenenleri anlamaya çalışırken, birden bire şişenin ağzında bir balık kuyruğu belirdi. Biraz sıkıştığından onu şişeden çıkarabilmek için çekiştirmek zorunda kaldım. Gemiye Ege Denizi’nden binmiş tombul, parlak bir balıkla karşılaşmayı beklerken karşımda Küçük Deniz Kızı’nı görünce epeyce şaşırdım. Bu da nereden çıkmıştı şimdi? Sonuçta gemimizin rotasında Danimarka yoktu. Şişeyi kenara kaldırırken arkamdan umutlu bir sesle “Yaşıyor mu?” dediğini duyar gibi oldum. “Ne demiştiniz, sevgili Küçük Deniz Kızı” diye cevap verince biraz içerledi. “Bir deniz kızı olduğum doğru, ancak pek küçük sayılmam. Beni gerçekten tanımıyor musunuz?” diye sordu. Gerçekten tanımıyordum. Konuşmasını “Madem ki kim olduğumu bilmiyorsunuz öyleyse biraz araştırmanız gerekecek. Böylece ne kadar önemli biri olduğumu kendi çabanızla öğrenmiş olursunuz. Sizin yolculuğunuza antik şehir Selanik’ten katıldım. Bu da ipucunuz olsun. Bir de öğrenin bakalım o hala yaşıyor mu ” diyerek sürdürdü. Bunun üzerine ben de önce baba tarafı Selanikli olan anneme, sonra okulumuzda çalışan Selanikli Yunanca öğretmeni Athanasios’a bu parlak kuyruklu, ipek saçlı kızın öyküsünü sordum.
Sora sora Bağdat bulunur demişler. Ben de sora sora Selanik şehrinin yolunu buldum ve Büyük İskender’in kız kardeşi Thessalonike’nin hikayesini öğrendim. Kendisi benim duyduklarımın bir kısmının uydurma olduğunu, aslında yaşam öyküsünün çok daha inanılır ve içten olduğunu söylediyse de, ben onun anlattıklarıyla kendiöğrendiklerimi benzer buldum. Bu nedenle onun da izniyle, önce efsanesini sonra tarihteki yerini burada sizlerle paylaşmak istiyorum. Dilerim keyifle okursunuz.
Thessalonike Efsanesi
Çok eski zamanlarda Makedonya’da Thessalonike, yani Selanike adında bir prenses yaşarmış. Thessalonike, Kral II. Philippos’un kızı Büyük İskender’in de kardeşiymiş. Prenses, küçük yaşta annesini kaybetmiş; ancak üvey annesi Olympias, onu ilgiyle büyütmüş. Kızcağız görgüsü ve zarafeti sayesinde zamanla herkesin sevdiği biri olup çıkmış. Onun hayatta en çok sevdiği kişi ise ağabeyi İskender’miş.
Günlerden bir gün, İskender dünyanın dört bir yanını fethetmek için uzun seferlere çıkmaya karar vermis. Yolculuğa çıkarken değerli kız kardeşi Thessalonike’yi mecburen geride bırakmak zorunda kalmış. Prenses, onu çok özler, her gün güze haberler almayı diler, onun çabucak eve döndüğünü hayal edermiş. Zaman geçtikçe İskender’in şanı yürümüş ve başarı haberleri tüm dünyaya yayılmaya başlamış.
İskender seferlerinden biri sırasında sonsuz hayat vaadeden ölümsüzlük çeşmesini duymuş. Zar zor bir yolculuktan sonra bu çeşmeyi bulmuş. Yanında getirdiği şişeyi büyülü su ile doldurmuş. Eve döndüğünde bir gün kız kardeşinin saçlarını tararken fark etmeden bu büyülü suyu kullanmış. Bir süre sonra yeniden fethe çıkmış; ancak ne yazık ki gittiği yerden dönememiş. Onun yolunu gözlemekte olan zavallı Thessalonike aldığı kötü haberle yıkılmış. Kardeş acısı onu o kadar üzmüş ki zamanla bütün yaşam sevincini yitirmiş. Bir gün, bu yükü daha fazla taşıyamayıp kendisini denize atmış; fakat o anda bir mucize gerçekleşmiş. Thessalonike suya düşünce ölümsüz bir deniz kızına dönüşmüş.
Artık ne tam bir insan ne de bir deniz canlısıymış. Yarı insan, yarı balık bedeniyle mavi sularda yapayalnız yüzer olmuş. Tek isteği ise ağabeyinin hala yaşadığına inanmakmış. Bu sebeple bir gemiye rastladığında denizcilere umutla “Kral İskender yaşıyor mu?” diye sormaya başlamış. Bu aslında sadece bir soru değil, denizcilerin geçmesi gereken bir sınavmış. Eğer deniz kızının istediği yanıtı verip, “Yaşıyor, hüküm sürüyor ve dünyayı fethediyor!” derlerse Thessalonike’nin yüzü aydınlanırmış. Denizciler, böylece prensesin yüreğindeki derin sevgi ve sadakati anlarlarmış. Bu cevap karşısında deniz kızı gözden kaybolur, denizler sakinleşir ve gemiler huzurla yol alırmış.
Tabii her şey hep yolunda gidecek değil ya, bir gün talihsiz bir denizci Thessalonike’nin duymak istediği yanıtı vermek yerine ona gerçeği, yani İskender’in öldüğünü söylemiş. Kızcağız o an çok derin bir keder duymuş; yüzü bir anda kararmış. Acısı öfkeye, ipek saçları Gorgon’un yılanlarına dönüşerek etrafı sarmış. Denizin dibini öyle bir sarsmış ki sular hırçınlaşmış ve çıkan dev dalgalar gemiyi yutuvermiş.
Bu olaydan sonra denizciler bu öyküyü korkuyla birbirlerine anlatır olmuşlar. Böylece Thessalonike ile karşılaştıklarında “Kral İskender yaşıyor mu?” sorusuna nasıl cevap vermeleri gerektiğini öğrenmişler. Onlar her sorulduğunda Büyük İskender’in yaşadığını söyleyip bu hikayeyi birbirlerine anlatmışlar ve böylece Thessalonike bir efsaneye dönüşmüş. Bu sayede ölümsüz deniz kızı, çok sevdiği Büyük İskender’in anısını kendi öyküsüyle birlikte ölümsüzleştirmeyi başarmış.
Makedonya Kraliçesi Thessalonike
Efsaneye hayat veren ünlü Makedonya Kraliçesi Thessalonike’nin gerçek yaşamı da ne yazık ki büyük bir trajedi ile başlamış ve bitmiş. Kral II. Philippos’ın kızı ve Büyük İskender’in kız kardeşi olarak M.Ö. 352 yılında dünyaya gelen prensese babası, hem annesi Nicesipolis’in memleketi olan Thessalia’yı hem de Thessalialılar karşısında kazandığı zaferi onurlandırmak için Thessalonike adını vermiş. Annesi, Thessalonike daha bebekken öldüğü için onu üvey annesi Olympias büyütmüş.
Ağabeyi İskender, Pers seferlerine çıktığında o henüz çocuk yaşlardaymış. Onun ölümü sonrası oluşan kaos ise, prensesin hayatında önemli bir dönüm noktası olmuş. İskender’in generallerinden biri olan Cassander ile evlenip zamanla Makedonya kraliçesi olmuş. Thessalonike’nin ismi, M.Ö. 315 yılında eşi Cassander’ın kurduğu Thessaloniki yani Selanik kentine verilmiş. Kendisi eşinin vefatından sonra taht kavgasına tutuşan oğulları tarafından öldürülmüş olsa da adı ve öyküsü adını verdiği güzel Selanik şehri sayesinde ölümsüzleşmiş.
Yazımızın sonuna geldik. Sabırla okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Bir sonraki buluşmamızda aramıza katılacak olan konuk oldukça ünlü ve benim de çocukluğumdan beri pek sevdiğim biri. O zamana dek bu güzel Sonbahar mevsiminin tadını çıkarmanız dileğiye.
Sevgiler,
Eylem ❤️
Kaynaklar:
https://greekreporter.com/2024/08/05/alexander-the-great-sister-thessalonike-mermaid
https://parallaximag.gr/thessaloniki-news/gorgona-thessaloniki