Mini Minicik Pezzettino

Pezzettino1 Pezzettino’yu tanıyor musunuz? Ben onunla geçen yıl bir kütüphanenin çocuk kitapları bölümünde tanıştım. Kocaman bir kasanın içinde, yazarlarının adı ”L” harfi ile başlayan diğer kitap arkadaşlarının arasından bana göz kırpıyordu. Adları hemen hemen sadece Norveççe olan onca kitabın içinde Pezzettino, İtalyanca ismiyle çok dikkat çekiyordu doğrusu. Sonra kitabın kapağındaki soyut resme şöyle bir baktım ve tam o anda, hayatımın geri kalan kısmına Pezzettino’nun hikayesini bilmeden devam edemeyeceğimi anladım.

Kitabı kütüphanedeki koltuklardan birine oturarak bir çırpıda okudum. Eve geldikten sonra uzun bir süre hep onu düşündüm. Leo Lionni (1910-1999) tarafından  1975 ylında kaleme alınan Pezzettino, kırk iki yaşında bir kitap için bugün bile son derece yenilikçi ve özgün sayılır.Pezzettino in my heart

Öncelikle sizlere biraz Pezzettino’nun başına gelenlerden söz etmek istiyorum. Pezzettino, hayata dair sorduğumuz önemli sorulardan birinin peşine takılarak serüvene atılan turuncu bir dörtgen. Benim tıpkı bir lego parçasına benzettiğim bu küçük varlık basit bir yapıda. Kendisine benzeyen minik parçalardan oluşan kocaman varlıklara bakınca onlardan birine ait olması gerektiğini düşünüyor ve kimin kayıp parçası olduğunu öğrenmeye karar veriyor. Yoluna çıkan canlılar, Pezzettino’dan çok daha büyük ve karmaşık yapıdalar. Her biri gelişimlerini tamamlamış eksiksiz birer bütün gibi görünüyor. Hepsi kendilerinden eminler ve hayattaki yerlerini bulmuş gibiler. Onların bu kendine güvenli dünyasında Pezzettino kime ait olduğunu bulmak için bir yolculuğa çıkıyor. Karşılaştığı bütün canlılar tıpkı onun gibi kübik parçlardan oluştukları ve bir bütün olarak çok anlamlı göründükleri için Pezzettino’nun merakını anlamak güç degil. Hatta kahramanımız, yoluna çıkan varlıkların bazılarının bedenlerinde tıpkı kendisine benzeyen turuncu parçalar görüyor; ama bu turuncu parçacıkların hiçbirisi kendisi gibi tek başına değil. Pezzettinocuk karşılaştığı herkeste kendisine bir yer ararken, atıldığı macera onu hiç tahmin etmediği başka bir keşfe götürüyor. Bir bilgenin yönlendirmesiyle gittiği ‘Wham’ adasında küçük bir kaza geçirip parçalanınca, turuncu küpçüğümüz kendisinin de tanıdığı ”büyükler” gibi daha küçük parçaların biraraya gelmesiyle oluşan eksiksiz bir varlık olduğunu anlıyor. Daha sonra geldiği yere dönüp diğerlerinin arasına karışıyor ve onlarla arkadaşlık ediyor.Pezzettino in my heartPezzettino için, resimlerin ve metnin birbirini tamamladığı resimli kitaplara bir örnek diyebiliriz. Sadece kitabın soyut resimlerine bakarak ya da tek başına yazılı hikayeyi okuyarak, Lionni’nin yarattığı Pezzetino‘yu tam olarak kavramak mümkün değil. Çizeri ve yazarı aynı olan resimli kitaplarda daha çok rastladığımız bir durum bu belki. Çocuklar için hazırlanan okuma etkinliklerde,  sadece resimleri ya da metni kullanarak yaratıcı çalışmalar yapmak ve şahane yeni öyküler yaratmak mümkün. O yüzden hem kreşte, hem okulda hem de evde yapılacak okuma etkinlikleri için çok uygun. Okurken de okuma öncesi ve sonrası etkinliklerinde de yaratıcılığınızı kullanmanıza zemin hazırlayan bir kitap Pezzettino.PezzettinoBu kitap, kısa ve sade bir hikayeye sahip olmasına rağmen varlığımıza dair önemli sorulara değinen ve zihnimizi uzun bir süre meşgul eden bir kitap. Böylesine basit bir hikayenin bu kadar çok sevilmesinin bence birçok sebebi var. Genellikle küçük çocuklara hitap eden hikayelerin vazgeçilmez karakterleri olan anne, baba, kardeşler ya da akranlar bu hikayede yok. Pezzettino kocaman dünyada, az ya da çok kendisine benzeyen göz alıcı renkteki birçok varlığın arasında tek başına. Belki de Pezzettino’nun bir insan değil de basit bir şekil olması çocukların onunla aralarında bir bağ kurmasını kolaylaştırıyor. Dış görünüşüne aldırmadan Pezzettino’nun duygularını ve yolculuğunu kendi duygularıyla ve deneyimleriyle karşılaştırmaları içim ortam yaratıyor. Aslında şöyle bir düşündüğümüzde ailelerinden ilk kez ayrılıp kreşe veya okula başlayan çocuklar da bir bakıma Pezzettino gibi tek başlarına bir yolculuğa çıkıyorlar. Çok iyi tanımadıkları yetişkinlerin ve diğer küçüklü büyüklü onca çocuğun arasında hem kendilerine yer arıyorlar hem de onlara bakarak kendi varlıklarını anlamlandırıyorlar. Pezzettino İtalyanca’da parçacık anlamına geliyor. Bu kelimenin diğer dillere çevrilmemesi ve kahramanın adı olduğı için İtalyanca aslındaki gibi kullanılması, kendi değerini anlayıp kendisini olduğu gibi kabul eden turuncu küpçüğe bizim de saygı duymamıza sebep oluyor. Pezzettino in my heart Biraz daha geniş çaplı baktiğimiz zaman Pezzettino’da doğaya ve doğadaki diğer varlıklara bakıp, onlar arasındaki varlığını değerlendiren insanı görmek de mümkün. Kendileri ile barışık ve doğa ile ilişkilerini saygılı bir biçimde sürdüren diğer canlılarla dolu kocaman bir dünyada kendi rolünü anlamaya çalışan küçücük Pezzettino’nun sevilmesine şaşırmıyor insan. Bizler de kendimize zaman zaman ‘Ben kimim?’ sorusunu sormuyor muyuz?  Bizden çok daha donanımlı ve tecrübeli olduğunu düşündüğümüz insanların arasına katıldığımızda ya da kendimizi ait hissetmediğimiz ortamlarda uzun süre kaldığımızda tıpkı Pezzettino gibi yerimizi ve rolümüzü sorgulamıyor muyuz? İnsanoğlunu dünyanın sahibi zannederken, doğa ile başbaşa kaldığımız anda hayatı bütün içtenlikleriyle yaşayan diğer canlılara bakıp kendimizi değerlendirme ihtiyacı duymuyor muyuz?  Belki de bu kitabın çocuk kitapları arasında kendisine böyle önemli bir yer edinmesinin sebeplerinden biri de, Pezzettino‘yu yayımlayan ve çocuklara ulaştıran yetişkinlerin onda kendilerinden bir şeyler bulmaları. Yetişkinlerin süzgüsünden geçmeden çocuklara ulaşan çocuk kitabı olmadığını düşünürsek, Pezzettino’nun büyükler tarafından da çok sevildiğini kabul edebiliriz.Pezzettino in my heartLeo Lionni’nin bu sıradışı kitabı ile ilgili söylenecek daha çok söz var. Ne yazık ki hepsini buraya sığdırmamız imkansız. Sisli ve soğuk bir kış gününde rengarenk bir kitaptan söz etmek benim için çok keyifliydi. Umarım sizler de okumaktan keyif almışsınızdır.

Sevgiler…

Eylem Rosseland

Oslo 2017 -Kış

 

 

 

 

Tatil Bitti!

Kedicik ve Balonlar1

Butterfly

Uzun bir tatilden sonra, hayatım eski haline döndü. Bu uzun tatilin bir bölümünde güzel bir konuğu ağırlama fırsatımız oldu. İzmir ziyaretinden minik yeğenimiz ile birlikte döndük. Sekiz yaşıdaki bu güzel  çocukla geçirdiğimiz haftalar boyunca hem Oslo’nun yemyeşil parklarında doyasıya oynadık, hem bol bol kedi sevdik hem de her gün kitap okuduk. Kitapların bazılarını ona yüksek sesle ben okudum, bazılarını kendisi okudu. Bunların içinde Yeşil Parmakli Çocuk ve Pippi Uzunçorap serisinin son iki kitabı da vardı. Yeğenimiz burada olduğu sürece okudugu kitapların hepsini sevdi ve özellikle birlikte okurken, hikayelerin akışıyla ilgili sohbet etme fırsatımız oldu. Çocukların hikayelere ve kahramanlara biz yetişkinlerden nasıl daha farklı yaklaştiklarını da, bu sayede yakından gözlemlemiş oldum. Yeşil Parmakli Tistu’yu okurken, Tistu babasına yakalancak ya da bu güzel çocuğun başına yaptığı iyilikler yüzünden bir felaket gelecek diye gerilen Ingve’nin ve benim aksine, yeğenim hikayeyi çok daha endişesiz ve mutlu takip etti. Hatta ondan Tistu’nun babasina yakalanip yakalanmayacağını tahmin etmesini istediğimde yakalanmayacagini söyledi neşeyle. Demek ki genç kulaklar, kendilerine seslenen yazarın fısıltısını daha iyi duyuyorlar. Gerçi birlikte Roald Dahl’ın ünlü Matilda’sını izlerken benim on katım kadar heyecanlanmıştı. Bu sinemanın farkı da olabilir, elbette.

Butterfly

Okuduklarımız arasında, yeğenim en çok mizah ve yaratıcılık yönünden eşsiz bir seri olan Pippi Uzunçorap’i sevdi. Pippi çocukken benim de en sevdiğim seriydi. Hatta çesitli dönemlerde defalarca okusam da, Pippi o kadar tuhaf ve ışıltılı bir karakter ki, hikayesi benim için hiç sıradanlaşmadı. Abim, ve kuzenimle birlikte Pippi, Tommy ve Annika olarak oyunlar kurduğumuz günleri hatırladım. Daha önceki yazımda kütüphaneden satın aldığım kitaplardan bahsetmiştim. Seçtiğim kitaplar arasında, bu serinin ve daha nice güzel çocuk kitabının yazarı Astrid Lindgren’in hayatını anlatan bir kitap da var. Bu biyografi, ilerleyen günlerde Astrid Lindgren’le ilgili ayrıntılı bir yazı hazırlarken çok işime yarayayacak gibi görünüyor.

Butterfly

Deichmanske Deichmanske kütüphanesinden aldığım kitapların bir kısmını okudum, diğerleri hala mutfakta, etajerin üzerinde rengarenk bir ışık demeti gibi duruyor. Biz gittigimizde satışa çıkarılan kitapların dizildiği salona girmek için dışarıda uzun bir kuyruk vardı. Aşırı kalabalıktan kaçınmak için okurları içeriye ayrı bir kapıdan ve yavaş yavaş kabul ediyorlardı. Buna rağmen her masanın başında epeyce insan vardı. Erken davranıp sabahtan gelenlerin seçenekleri daha çoktu, elbette. Saat 1’den sonraysa torba satışı ucuzlamıştı. Bizim aslında torbayla kitap almak gibi bir hedefimiz yoktu; ama elimizdeki kitaplar otuzu bulunca ve saat de 1’i geçince kasadaki kibar genç kız bize iki kocaman torba uzattı. Böylece torba başına elli kron gibi çok cüzi bir ücret ödeyerek eve geldik. Deichmanske kütüphanesi sadece merkezdeki ana binadan oluşmuyor. Bizim oturduğumuz semt de dahil birçok semtte birer şubesi var. Kütüphane, kitap satışı yapacağı tarihi ve mekanı aylar öncesinden mutlaka duyuruyor. O tarihlerde buralardaysanız, hoşunuza gidecek bir şeyler mutlaka bulursunuz, çünkü sergidekilerin arasında Norveççe’nin yanında İngilizce kitaplar da oluyor. Hatta sayıları az da olsa Fransızca ve Almanca kitaplara da rastladık. Biz önümüzdeki yıl olacak etkinliği merakla bekliyoruz. Tarih yaklaştığında buradan sizlerle paylaşmayı planlıyorum.
Bir sonraki yazım, ziyaret etmeyi en sevdiğim şehir Londra ile ilgili olacak.
Sevgiler…

Butterfly