Changelings: Periler, Kayıp Çocuklar Ve Bir Hırsızlık Masalı (3. Bölüm)

Screenshot

Changelings: Periler, Kayıp Çocuklar Ve Bir Hırsızlık Masalı

(3. Bölüm)

• • •

“Sleuth Ormanı’nda
Kayalık yaylaların
Göle daldığı yerde
Balıkçılların kanat çırpışlarıyla
Uyuşuk su sıçanlarını uyandırdıkları
Orman meyveleri
Ve çalıntı kirazlarımızın
En kırmızılarıyla dolu
Peri fıçılarımızı sakladığımız
Yapraklı bir ada uzanır.
Oraya gel
Ah insan çocuk
Sulara ve vahşi doğaya
Bir periyle el ele
Çünkü dünya senin anlayabileceğinden
Çok daha fazla gözyaşı dolu”

• • •

The Stolen Child

W.B.Yates, 18651939

Olivia

The Haunting of Julia / Full Circle (1977)

Screenshot

Adından anlışılacağı gibi gotik bir perili köşk hikayesiyle karşı karşıyayız. Gotik bir hikayenin Changelinglerle ne ilgisi var diye sorabilirsiniz haklı olarak. Baştan ben de öyle düşünmüş olacağım ki o kadar eserden söz etmeme rağmen bende ayrı bir yeri olan Full Circle‘ı unutmuşum. Aslında karşılaştığım en acıklı changeling öykülerinden bir tanesi bu.

İngiltere’de Full Circle adıyla gösterime giren film, Amerika’da “The Haunting of Julia” olarak biliniyor. Başrolleri paylaşan Mia Farrow ve Keir Dullea birlikte güzel bir çift olmuşlar. Peter Straub’un ilk romanı olan Julia ‘dan (1975) esinlenilerek çekilmiş olan yapım bence kitapla ciddi farklılar taşıyor. Bu yazının son kısmında size Julia‘dan da kısaca bahsedeceğim, ancak yaratıcılık açısından gerçekten bambaşka bir yorumla ortaya çıkmış bu filmi benim gibi yavaş ilerleyen ve ağır bir atmosfer yaratan korku filmleri sevenler beğenir diye tahmin ediyorum.

Bu bir psikolojik gerilim filmi mi yoksa sıradan bir hayalet hikayesi mi ondan da emin değilim aslında. Sınıflandırmayı izleyicinin tercihine bırakmak belki de daha doğru bir yaklaşım olur. Full Circle’ı sıradan korku ya da gerilim filmlerinden ayıran birçok ayrıntı var. Hikaye bence katman katman duygulardan oluştuğu ve aklınızdan asla çıkmayacak bir sona sahip olduğu için kendisini benzerlerinden farklı bir kategoriye taşıyor. Her parça saldırganlıktan uzak ve insana hüzünle karışık bir ürperti veren düşsel ve masum ninniler gibi. Full Circle’ı izlemeye karar verirseniz müziklerinin uzun süre zihninizi meşgul ettiğini farkedeceksiniz.

Yapım, bence 1977 yılından beri nice filme esin kaynağı olmuş ve kendi dönemi içinde değerlendirildiğinde özgün sayılır. Dram, kalp kırıklığı, peri hikayesine bulanmış trajedi, sevgi, pişmanlık, yalnızlık, ölüm, beyaz süslü tarihi binalar ve yemyeşil sokaklar, yetmişlerin nostaljik görüntüleri, sonbahar renklerine bulanmış parklar ve Colin Towns’ın eşsiz müzikleri, güzellikle acının, korkunun ve sürprizlerin birbirine karıştığı değişik bir eser ortaya çıkarmış. Bu kadar az bilinen bir yapım olmasına rağmen dünyanın dört bir yanından özel fanları olması sanırım bu sebepten.

OliviaFilmin hem açılış ve kapanış sahnesi son derece trajik. Amerikalı varlıklı genç bir kadın olan Julia Lofting,  İngiliz Magnus Lofting ile evlidir ve Londra’nın şık semtlerinden birinde oturmaktadır. İlk sahnede o zaman için modern sayılacak güzel bir ev ve mutlu bir aile görürüz. Aradan birkac dakika geçtiğinde bu ev korkunç kazaya sahne olur. Julia Lofting bu kazada tek çocuğu olan küçük Katie’yi kaybeder. Bir süre tedavi gördükten sonra, baskın karakterli ve parasıyla kendisinden fazla ilgilenen aristokrat kocası Magnus Lofting’i terk eder ve ondan habersiz Holland Park civarında güzel bir ev satın alır. Londra’nın en pahalı semtlerinden birinde yer alan bu evi neden değerinin çok altında bir fiyata aldığını ise sonra öğrenecektir.

Bayan Lofting kapıdan girer girmez, yönetmen bize eşsiz bir müzik eşliğinde tarihi Londra evini yeni sahibinin gözleriyle gezdirir ve filmin son sahnesinde kalbimizi kıracak ve senelerce unutamayacağımız o sahnenin geçtiği ortamı bize Julia’nın naif ve umutlu ruh haliyle gösterir. Yeni evine taşındıktan sonra yaşadığı travmayı atlatmakta zorluk çeken Julia’ya tuhaf şeyler olmaya başlar. Yalnızlığıyla ve yasıyla ayakta kalmaya çalışırken, kızı Katie’ye çok benzeyen bir çocuğun, Olivia’nın, trajik hikayesinin içinde bulur kendisini.

İzlemek isteyenlerin hevesini kaçırmamak adına hikayenin bundan sonrasını açıkca anlatmayacağım. Sizi aniden yerinizden hoplatmadan ağır ağır ilerleyen ve etrafınızda bir sis yaratarak içinize işleyen bir yapım bu. Beni etkilemesinin asıl sebebi de böyle negatif duygular uyandıran bir eserin çirkin  görüntülerle değil tam tersine son derece estetik bir şekilde anlatılıyor olması. Sadece ev, müzikler, Mia Farrow, Londra sokakları ve parkları değil çocuklar bile birer porselen bebek gibi giydirilmişler. Yani yönetmen Bayan Lofting’in acısını güzellikle örmüş ve melankolik ayrıntılarla kat kat sarmış. Göz kamaştıran her bir katmanı açtığınızda içinden başka bir trajedinin çıktığını görüyorsunuz. Full Circle‘ı orjinal dilinde youtube’da izleyebilirsiniz. Etkilenecek olursanız ve bana bir iki satır yazmak için zaman ayırırsanız çok mutlu olurum.OliviaBu beklediğimden çok daha uzun süren Changeling serisini bir kitap yorumuyla bitirmek bence çok yerinde olacak. Bu benim korku türünde okuduğum tek eser. Sonrasında Peter Straub’un daha popüler kitaplarını denesem de beni çok sarmadı. Belki de Julia‘nın bana yetip artmasından kaynaklandı bu durum.

Julia

Juliajuliatwisted

Julia‘yı okuyalı sanırım bir dört beş yıl kadar oluyor. Normalde korku türündeki eserleri tercih etmediğim için eğer Full Circle’ı izlememiş olsaydım Julia ile tanışma ihtimalim olmazdı. Yine de onu okuduğum için memnunum.

Araştırdığım kadarıyla bu kitap kendi fan kitlesine sahip olsa da yazarın en beğenilen eseri değil. Belki Straub’un ilk roman denemesi olmasının bunda payı vardır. Böyle yazdığım için sanki kötü bir kitapmış gibi bir algı oluşmasın. Yarattığı korku atmosferi sebebiyle ünü dünyaya yayılmış olan Straub beni bu açıdan kesinlikle hayal kırıklığına uğratmadı. Hatta bir süre Julia’nin etkisinden ve kitabın yarattığı trajik atmosferden çıkamadım. Okuyup bitirdikten sonra içime yerleşen duygu sadece korku değil aynı zamanda çabuk geçmeyen bir hüzün ve huzursuzluk oldu.

Julia filme oranla olayların gelişimini, karakterlerin kişiliklerini ve birbirleriyle olan bağlantılarını daha ayrıntılı şekilde anlatıyor. Böylece filmin karmaşık hikayesini yorumlamakta güçlük çeken izleyici için belirsizlik taşıyan noktaların hepsi kitapta aslında açıklanmış oluyor. Julia’nın başına gelenlerin ve küçük Olivia ile kurduğu güçlü bağın kendi trajik kaybından mı kaynaklandığını bilemesek de kitapta bu bağın sebepleri filmdekinin aksine daha ayrıntılı bir biçimde ele alınıyor. Hikayenin duygusal yanı ve baş karakterin psikolojik durumu ise bence filmde ve kitapta farklı bakış açılarıyla işlenmiş. Esin kaynağı kitaplar olan görsel eserlerin orjinallerinden tamamen bağımsız şekilde yorumlanmasını sadakatsizlik olarak gören biri olarak ben bu iki eserin kendilerine özgülüklerinin dikkatimi çektiğini itiraf etmek zorundayım.

Julia sanırım henüz Türkçe’ya çevrilmedi. Kırk dört yaşında bir kitap olarak bundan sonra da çevrilir mi bilemiyorum. İnternet sebebiyle İngilizce orjinaline ulaşmak nispeten kolay olsa da, her kitapçıda karşılaşabileceğiniz bir kitap değil bu. Okumaya karar verirseniz bulmak için biraz uğraşmanız gerekebilir.

OliviaYazımı sonlandırmadan önce hem kendim için bir hatırlatıcı hem sizler için birer alternatif olması için buraya changelingleri konu alan üç kitap adı ve linki birakmak istiyorum. Bunların ilki Joy Williams tarafından kaleme alınmış The Changeling. İkincisi Eloise McGraw’ın The Moorchild‘ı ve üçüncüsü ise Charles Higham’a ait  bir korku masalı olan The Midnight Tree: A Fairy Tale of Terror.

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere hepinize sevgilerimi gönderiyorum.

Eylem Rosseland

Olivia

Babalar Gününüz Kutlu Olsun!

Babalar Gunu

Babamın tahta atıyla
çok şiirler gezdim
her şiirde kuşlar vardı
kanat vurdum onlarla
Siz bu şiiri okurken
ben uçmaktayım hâlâ

Refik Durbaş


**********


With my father’s wooden horse
I have visited many poems
There were birds in every poem
I flapped my wings with them
As you read this poem
I’m still flying

Refik Durbaş

heart

http://www.cancocuk.com/kitap-detay/253

Changelings: Periler, Kayıp Çocuklar Ve Bir Hırsızlık Masalı (1. Bölüm)

Bir Hırsızlık Masalı

Varlığı insanınkine paralel şekilde uzanan masallar, yüzyıllardır köylülerin dillerinden dokumacı kadınların ipliklerine, soyluların salonlarından masal toplayıcılarının kalemlerine, çocuk kitaplarının raflarından yepyeni sanat dallarına yolculuk ediyor. Her yeni anlatımda yeniden doğan, yeniden serpilip büyüyen ve yeniden şekillenen masallar, bugün hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline gelmiş durumda.Vintage-Floral-WreathDarkFairyHer ne kadar Disney’in, şiddetten ve karanlık yüzünden arındırılıp şeker pembesine boyanmış masal filmleri nedeniyle bu tür, birçok insan için romantik ve gerçek dışı bir mutluluğun sembolu haline gelmiş olsa da, ona biraz daha yakından baktığımızda, gülümseyen süslerinin ve ışıldayan güzelliğinin ardında insanın tüm gerçekliğini ve hayatın bütün acılarını katmanlar halinde sakladığını görürüz. Tüm kayıpları ve yoksunlukları, uğradığı haksızlıklar, tanık olduğu tacizler, geçirdiği travmalar arasında olgunlaşırken kendisini çiçek ve baharat kokularıyla, parlak mücevherlerle, sevgiyle, aşkla, umutla, renk renk giysilerle süsleyen insanoglu gibi. Güzellik ve çirkinliğin birbirine sarıldığı, iyilikle kötülüğün bazen karışarak, bazense akıntıyla birbirinden ayrılarak yolunu bulduğu, hayattan türediğinden olacak, hep değişen ve yaşına inat hiç eskimeyen masallarımız… Umutlu ve umutsuz iki noktanın arasında, güzeli öpmek, yumuşak kediye sarılmak, mis kokan kahveyi yudumlamak, kremalı kekten bir lokma almak, içli bir şiiri okumak kadar ihtiyaç. Hayatın ta kendisi…Vintage-Floral-WreathAlchetronHepimizin bildiği gibi bu tür, içinde çok çeşitli alt türleri ve biçimleri barındırıyor. Yazımın devamında sizlere masal kelimesiyle özdeşleştirmeyi en çok sevdiğimiz peri hikayelerinden ve perilerden söz etmek istiyorum. Peri deyince aklımıza daha çok insanlara iyilik yapma amacıyla var olan sihirli kadınlar gelse de perilerin icinde var oldukları kültürleri yansıtan çok çeşitli fonksiyonları var. O sepeble de İrlanda, Britanya ve muhtemelen daha birçok coğrafyada hikayeleri anlatılan periler, karşımıza aslında alışkın olduğumuzdan çok daha değişik karakterlerde çıkabiliyor. İrlanda ve Britanya masallarında çokça rastladığımız, kendilerine saygı duymayan ya da yanlış davranan insanları cezalandırmaktan, yeri geldiğinde onlara acı verici dersler vermekten çekinmeyen bu tekinsiz yaratıkların var olma amacı insanların dileklerini yerine getirmek için yaşayan, kabarık etekli ve tül kanatlı meleksi kadınlarınkinden biraz daha farklı.
İki bölümden oluşan bu yazı tam da böyle, Disney filmlerinde karşılaştıklarımızdan daha karanlık ve ürkütücü bir profil çizen perileri konu alıyor; yani hırsız perileri ve Changeling hikayelerini. Sinemacılar eserlerinde, kötüler tarafından çalınan daha doğrusu değiş tokuş edilen çocukları ya da kaybedilenin yerine sunulan alternatifleri işlemeyi seviyor. Sinemada hem daha gerçekçi hem aynı derecede büyülü şekilde yorumlanmış çeşitli örnekler bulmak mümkün. Elbette Changeling masallarının temeli de onu yaratan insanların geçmisteki inançlarına ve hikayelerine dayandığı için yaratıcı çalışmalarda bu konuya rastlamak şaşırtıcı değil.Vintage-Floral-WreathThe Captive RobinChangeling, yani değiş tokuş hikayesine göre periler, insanlardan cok da uzak olmayan kendilerine ait bir alanda yaşarlar ve onlarla aralarındaki ilişkiyi son derece mesafeli tutarlar. Çoğunlukla insanlara kendilerini göstermekten hoşlanmayan bu gizemli varlıklar, yeri geldiğinde hırsızlık ve haksızlık yapmaktan kaçınmazlar. Farkli coğrafyalarda cin, nisse, peri gibi farklı adlarla varolan bu tuhaf yaratıklar bazen insanların bebeklerine göz koyarlar ve bir bebek kaçırdıkları zaman yerine kendilerinden birini bırakmayı ihmal etmezler. İşte Changeling bu masal tipinde çalınan bebeğin yerine anneye verilen hasta, çirkin ya da istenmeyen peri bebeğe deniyor. Bazı hikayelerde insan bebekle değiştirilen varlık, cansız bir nesne ya da periler toplumunda artık istenmediği için insanların arasına gönderilen bir karakter de olabiliyor. Masalda anne yaşadığı kabusu herkese ifade edemese de elbette bebeğinin değiştirildiğini ve beşikte yatanın kendisine ait olmadığını anlıyor ve bu varlığın kendi çocuğu olmadığını biliyor. Masalın gidişatına göre bir takım görevler yerine getirerek bebeğine yeniden kavuşuyor ya da onu sonsuza kadar kaybediyor. Kimi araştırmacılara göre Changeling masalları doğumu takip eden süreçte depresyona giren, dünyaya getirdiği bebekle umduğu anne çocuk bağını kuramayan ve belki çocuğunu reddeden, ona zarar veren annelerin hikayelerine dayanıyor. Bilimin bugünkü kadar yolumuzu aydınlatamadığı dönemlerde, ansızın gerçekleşen bebek kayıplarını ve hastalıklarını hurafelerle ve peri hikayeleriyle açıklayan ya da kayıplarını tıpkı şarkılarla, türkülerle olduğu gibi masalların metaforik anlatımlarıyla da dile dökme gereksinimi duyan insanları anlamak zor değil. Sihirle ve gerçek üstü motiflerle bezeli masalların ardındaki gerçekleri ararken insan psikolojisini hedef alan bir perspektif tercih eden veya sinema ve halk masalları arasındaki bağlantı hakkında araştırma yapmak isteyen öğrenciler için değiş tokuş konusu güzel ve ilginç bir çalışma alanı yaratabilir diye düşünüyorum.

Changeling kelimesinin folklorik anlamı hakkında çok düşünmesek bile, muhtemelen çoğumuz iki ünlü sinema filmi nedeniyle bu kelimeye daha önceden aşinayız. Yazımın devamında sizlere bu ikisi de dahil olmak üzere bu tip masallardan esinlenilerek çekilmiş birkaç filmden söz etmek istiyorum. Bunlardan en çok bilineni Clint Eastwood tarafından 2008 yılında çekilmiş olan ve başrolünde Angelina Jolie’yi gördüğümüz Sahtekar. Vintage-Floral-Wreath

Changeling / Sahtekar
Sahtekar-ChangelingFilm, 1920’li yıllarda dokuz yaşındaki kayıp oğlunu arayan yalnız bir annenin hikayesini anlatıyor. Hikayeye göre polis çocuğunu arayan kadına yardım edemeyip zor durumda kalınca, olayın üstünü örtmek amacıyla ona kendisine ait olmayan bir çocuk verir. Jolie’nin canlandırdığı Christine Collins karakteri ne kadar itiraz etse de bu çocuğun kendisine ait olmadığını uzun süre ispatlayamaz. Böylece kendi oğluna ulaşmak için sahip olduğu şans azalır. Film gerçek bir hikayeden esinlenilerek çekilmiş ve insanın damağında buruk bir tat, kalbinde karanlık bir nokta bırakarak bitiyor. Üzüntü, haksızlığa tahammülsüzlük, ölümün uyandırdığı karanlık yas ve umutsuzluk hissi içinizden sızıp gününüzü ve gecenizi sarıyor. İzlediklerim arasında Angelina Jolie’nin oyunculuğunu inandırıcı bulduğum tek film bu sanırım. Türkçe’ye sahtekar adıyla çevrilmesi bence çok şaşırtıcı.
Buraya tıklayarak film hakkında film hakkında daha çok bilgi edinebilirsiniz.
Vintage-Floral-Wreath

The Changeling / Dehşet
TheChangeling-DehşetChangeling adını taşıyan ikinci filmse aslında daha eski, 1980 yılından Peter Medak’a ait bir korku filmi. Kızını ve karısını bir trafik kazasında kaybeden ünlü bir kompozitor, müzik çalışmalarına devam etmek için, arkadaşlarının önerisiyle çok büyük, tarihi bir köşke taşınır; ancak bu güzel ve görkemli ev, içinde korkunç bir sır saklamaktadır. Ben bu filmi, tipik perili ev hikayelerinden daha farklı bir derinliğe sahip, duygusal bir gerilim filmi olarak algıladım. Devamını anlatarak henüz izlememiş okurlarımın hevesini kaçırmak istemiyorum. Hayalet ve perili ev hikayelerini seviyorsanız, ani seslerle oturduğunuz yerde zıplamak yerine atmosferik, içinize işleyen filmlerden hoşlanıyorsanız, bu tür yapıtların en güzellerinden biri olan The Changeling‘i mutlaka izlemenizi öneririm. Tıpkı masallarda olduğu gibi, bu filmde de korkunç bir trajediyi, şahane bir anlatımla ve dekorla süslenmiş buluyoruz. Film hakkında biraz daha bilgi almak için buraya tıklayabilirsiniz.Vintage-Floral-Wreath

The Daisy Chain / Daisy’nin Dehşeti
The Daisy Chain-Daisy'nin DehşetiThe Daisy Chain ile birlikte Changeling hikayelerinin anavatanı diyebileceğimiz İrlanda’ya gidiyoruz. Muhteşem bir doğanın ev sahipliği yaptığı bu enteresan filmin konusu diğerlerinden biraz daha farklı ve bence orjinal değiş tokuş masallarına biraz daha çok benziyor.
Hikayemizin odak noktasında, bebeklerini kaybettikten sonra yaşadıkları şehir Londra’yı terkedip İrlanda kıyılarına yerleşen Martha ve Tomas Conroy var. Genç çift İrlanda’daki yeni düzenlerine adapte olmaya çalışır ve ikinci bebeklerinin doğumuna hazırlanırken yaşamlarına önce erkek kardeşini sonra ebeveynlerini kaybeden Daisy adında küçük bir kız çocuğu giriyor. Ailesini ve evini kaybetmiş bu özel çocuğa sahip çıkmaya karar veren çifti hoşlarına gitmeyecek sürprizler bekliyor.

Filmin imdb linki burada.

Vintage-Floral-WreathLabyrinth/Labirent

LabyrinthLabirent sizlere söz ettiklerim içinde çocukların izleyebilecegi tek film. Elbette bu film de çok küçük çocuklara uygun sayılmaz; ancak en azından korku filmi kategorisinde değil. Labirent resmen, Muppet Show ve Susam Sokağı’nın yaratıcısı Jim Henson masalsı bir sinema filmi çekseydi nasıl olurdu diye merak edenler için cevap niteliğinde bir eser olmuş. Başrolleri paylaşan David Bowie ve Jennifer Connelly, 1986 yılına ait bu tatlı müzikali çekerlerken, çok eğlenmişlerdir eminim. Muppet Show’unkileri andıran komik diyalogları takip ederken araya giren şahane müziklerle izleyici adeta kendisini seksenli yılların kucağında, David Bowie’nin ninnileriyle sallanırken buluyor. Maurice Sendak’in Outside Over There adlı kitabindan esinlenilerek çekilmiş bu yapımda Bowie’yi kırpık saçları, parlak pelerini ve taytıyla goblinlerin kralı Jareth rolünde görüyoruz. Hikayeye göre, goblinler, henüz minicik bir bebek olan kardeşi Toby’e bakmaktan hiç keyif almayan ve isyankar bir tavır içinde ondan kurtulmak isteyen on beş yaşındaki Sarah’ın dileğini duyarlar ve minik bebeği yatağından alıp götürürler. Kardeşinin gerçekten goblinler tarafından kaçırıldığını farkeden Sarah, yaptığına çok pişman olur ve Toby’i geri getirmek için yola düşer.

Ben Labirent‘i, Maurice Sendak hakkında araştırma yaparken buldum ve bir Cumartesi akşamımı ona ayırdım. On iki yaşına geri dönmek için insanın bir zaman makinesi sahibi olmasına gerek yokmuş. Eski bir filmin, portakallı gazoz ve bir kase çerezin de zamanı geriye götürme yetisine sahip olduğunu Labirent sayesinde öğrenmiş oldum.

Filmin, Sendak’ın bir kitabından esinlenilerek çekildiğine değinmiştim. Aslında goblin kuklaların hemen hepsi yine yazarın Vahşi Şeyler Ülkesinde adlı kitabında yer alan canavarlardan esinlenilerek yaratılmışa benziyor. Zaten yapımın ilk sahnelerinde, Sarah’ın odasında kitabın bir kopyasını görmek de mümkün.

Yazının ikinci bölümünde sizlere Outside Over There ve Changeling konusunu işleyen diğer birkaç edebiyat eserinden bahsetmek istiyorum. Uzun bir aradan sonra böyle bir yazı hazırlamak benim için bir zevkti. Umarım sizler de biraz olsun keyif alarak okumuşsunuzdur.

Sevgilerimle,

Eylem Rosseland

Vintage-Floral-Wreath

Mini Minicik Pezzettino

Pezzettino1 Pezzettino’yu tanıyor musunuz? Ben onunla geçen yıl bir kütüphanenin çocuk kitapları bölümünde tanıştım. Kocaman bir kasanın içinde, yazarlarının adı ”L” harfi ile başlayan diğer kitap arkadaşlarının arasından bana göz kırpıyordu. Adları hemen hemen sadece Norveççe olan onca kitabın içinde Pezzettino, İtalyanca ismiyle çok dikkat çekiyordu doğrusu. Sonra kitabın kapağındaki soyut resme şöyle bir baktım ve tam o anda, hayatımın geri kalan kısmına Pezzettino’nun hikayesini bilmeden devam edemeyeceğimi anladım.

Kitabı kütüphanedeki koltuklardan birine oturarak bir çırpıda okudum. Eve geldikten sonra uzun bir süre hep onu düşündüm. Leo Lionni (1910-1999) tarafından  1975 ylında kaleme alınan Pezzettino, kırk iki yaşında bir kitap için bugün bile son derece yenilikçi ve özgün sayılır.Pezzettino in my heart

Öncelikle sizlere biraz Pezzettino’nun başına gelenlerden söz etmek istiyorum. Pezzettino, hayata dair sorduğumuz önemli sorulardan birinin peşine takılarak serüvene atılan turuncu bir dörtgen. Benim tıpkı bir lego parçasına benzettiğim bu küçük varlık basit bir yapıda. Kendisine benzeyen minik parçalardan oluşan kocaman varlıklara bakınca onlardan birine ait olması gerektiğini düşünüyor ve kimin kayıp parçası olduğunu öğrenmeye karar veriyor. Yoluna çıkan canlılar, Pezzettino’dan çok daha büyük ve karmaşık yapıdalar. Her biri gelişimlerini tamamlamış eksiksiz birer bütün gibi görünüyor. Hepsi kendilerinden eminler ve hayattaki yerlerini bulmuş gibiler. Onların bu kendine güvenli dünyasında Pezzettino kime ait olduğunu bulmak için bir yolculuğa çıkıyor. Karşılaştığı bütün canlılar tıpkı onun gibi kübik parçlardan oluştukları ve bir bütün olarak çok anlamlı göründükleri için Pezzettino’nun merakını anlamak güç degil. Hatta kahramanımız, yoluna çıkan varlıkların bazılarının bedenlerinde tıpkı kendisine benzeyen turuncu parçalar görüyor; ama bu turuncu parçacıkların hiçbirisi kendisi gibi tek başına değil. Pezzettinocuk karşılaştığı herkeste kendisine bir yer ararken, atıldığı macera onu hiç tahmin etmediği başka bir keşfe götürüyor. Bir bilgenin yönlendirmesiyle gittiği ‘Wham’ adasında küçük bir kaza geçirip parçalanınca, turuncu küpçüğümüz kendisinin de tanıdığı ”büyükler” gibi daha küçük parçaların biraraya gelmesiyle oluşan eksiksiz bir varlık olduğunu anlıyor. Daha sonra geldiği yere dönüp diğerlerinin arasına karışıyor ve onlarla arkadaşlık ediyor.Pezzettino in my heartPezzettino için, resimlerin ve metnin birbirini tamamladığı resimli kitaplara bir örnek diyebiliriz. Sadece kitabın soyut resimlerine bakarak ya da tek başına yazılı hikayeyi okuyarak, Lionni’nin yarattığı Pezzetino‘yu tam olarak kavramak mümkün değil. Çizeri ve yazarı aynı olan resimli kitaplarda daha çok rastladığımız bir durum bu belki. Çocuklar için hazırlanan okuma etkinliklerde,  sadece resimleri ya da metni kullanarak yaratıcı çalışmalar yapmak ve şahane yeni öyküler yaratmak mümkün. O yüzden hem kreşte, hem okulda hem de evde yapılacak okuma etkinlikleri için çok uygun. Okurken de okuma öncesi ve sonrası etkinliklerinde de yaratıcılığınızı kullanmanıza zemin hazırlayan bir kitap Pezzettino.PezzettinoBu kitap, kısa ve sade bir hikayeye sahip olmasına rağmen varlığımıza dair önemli sorulara değinen ve zihnimizi uzun bir süre meşgul eden bir kitap. Böylesine basit bir hikayenin bu kadar çok sevilmesinin bence birçok sebebi var. Genellikle küçük çocuklara hitap eden hikayelerin vazgeçilmez karakterleri olan anne, baba, kardeşler ya da akranlar bu hikayede yok. Pezzettino kocaman dünyada, az ya da çok kendisine benzeyen göz alıcı renkteki birçok varlığın arasında tek başına. Belki de Pezzettino’nun bir insan değil de basit bir şekil olması çocukların onunla aralarında bir bağ kurmasını kolaylaştırıyor. Dış görünüşüne aldırmadan Pezzettino’nun duygularını ve yolculuğunu kendi duygularıyla ve deneyimleriyle karşılaştırmaları içim ortam yaratıyor. Aslında şöyle bir düşündüğümüzde ailelerinden ilk kez ayrılıp kreşe veya okula başlayan çocuklar da bir bakıma Pezzettino gibi tek başlarına bir yolculuğa çıkıyorlar. Çok iyi tanımadıkları yetişkinlerin ve diğer küçüklü büyüklü onca çocuğun arasında hem kendilerine yer arıyorlar hem de onlara bakarak kendi varlıklarını anlamlandırıyorlar. Pezzettino İtalyanca’da parçacık anlamına geliyor. Bu kelimenin diğer dillere çevrilmemesi ve kahramanın adı olduğı için İtalyanca aslındaki gibi kullanılması, kendi değerini anlayıp kendisini olduğu gibi kabul eden turuncu küpçüğe bizim de saygı duymamıza sebep oluyor. Pezzettino in my heart Biraz daha geniş çaplı baktiğimiz zaman Pezzettino’da doğaya ve doğadaki diğer varlıklara bakıp, onlar arasındaki varlığını değerlendiren insanı görmek de mümkün. Kendileri ile barışık ve doğa ile ilişkilerini saygılı bir biçimde sürdüren diğer canlılarla dolu kocaman bir dünyada kendi rolünü anlamaya çalışan küçücük Pezzettino’nun sevilmesine şaşırmıyor insan. Bizler de kendimize zaman zaman ‘Ben kimim?’ sorusunu sormuyor muyuz?  Bizden çok daha donanımlı ve tecrübeli olduğunu düşündüğümüz insanların arasına katıldığımızda ya da kendimizi ait hissetmediğimiz ortamlarda uzun süre kaldığımızda tıpkı Pezzettino gibi yerimizi ve rolümüzü sorgulamıyor muyuz? İnsanoğlunu dünyanın sahibi zannederken, doğa ile başbaşa kaldığımız anda hayatı bütün içtenlikleriyle yaşayan diğer canlılara bakıp kendimizi değerlendirme ihtiyacı duymuyor muyuz?  Belki de bu kitabın çocuk kitapları arasında kendisine böyle önemli bir yer edinmesinin sebeplerinden biri de, Pezzettino‘yu yayımlayan ve çocuklara ulaştıran yetişkinlerin onda kendilerinden bir şeyler bulmaları. Yetişkinlerin süzgüsünden geçmeden çocuklara ulaşan çocuk kitabı olmadığını düşünürsek, Pezzettino’nun büyükler tarafından da çok sevildiğini kabul edebiliriz.Pezzettino in my heartLeo Lionni’nin bu sıradışı kitabı ile ilgili söylenecek daha çok söz var. Ne yazık ki hepsini buraya sığdırmamız imkansız. Sisli ve soğuk bir kış gününde rengarenk bir kitaptan söz etmek benim için çok keyifliydi. Umarım sizler de okumaktan keyif almışsınızdır.

Sevgiler…

Eylem Rosseland

Oslo 2017 -Kış

 

 

 

 

Kafka ve Kayıp Bebek

Kafka Ve Kaybolan Bebek

 

 

Oyuncak Bebek

 

Dünyaca ünlü yazar Franz Kafka 1923 yılında, ölümünden birkaç ay önce, Almanya’nın Berlin şehrinde gezerken ağlayan bir kız çocuğuyla karşılaşır. Çocuk oyuncak bebeğini kaybettiği için çok mutsuzdur. Yazar, onu avutmaya karar verir. Küçük kıza, bebekle yolda karşılaştığını ve onun aslında kaybolmayıp bir geziye çıkmış olduğunu anlatır. Oyuncak bebek kendi yoluna giderken, kıza mektup yazacağına dair Kafka’ya söz vermiştir. Büyük yazar, başlattığı hikayeyi yarıda bırakmayarak, ona farklı mekanlardan oyuncak bebek adına mektuplar ve kartlar göndermeye başlar. Bebek, bu mektuplarda seyahati sırasında yaşadığı maceraları anlatmaktadır. Hikayeye göre küçük kız en son mektup yerine bir paket alır. Paketten, kaybolana hic benzemeyen yepyeni bir oyuncak bebek çıkar. Bebeğin yanına iliştirilmiş küçük bir notta, ¨Yaptığım uzun yolculuk beni çok değiştirdi.¨ yazmaktadır.

 

Oyuncak Bebek

 

Kafka’nın insanlara ve hayata bakış açısı örnek alınacak ve dilden dile anlatılacak bir hikaye yaratmış. Yazarın kendisini ilgilendirmesi beklenmeyen bir sorunu böyle bir içtenlikle sahiplenmiş ve o soruna bu kadar insancıl ve yaratıcı bir çözümle yaklaşmış olması gerçekten çok etkileyici. Kafka’nın çocuğa yazdığı mektupların ve gezgin bebeğin şu anda nerede oldukları bilinmese de, bu güzel hikaye nice yaratıcı kalplere dokunmuş ve birçok hikayeci tarafıdan yeniden yorumlanmış.

 

Oyuncak Bebek

 

Kayıp Bebek/Herr Kafka og dukken som forsvant

Kafka Ve Kaybolan Bebek-onkapak Kafka Ve Kayıp Bebek, yani orjinal dilindeki adıyla The Lost Doll, Kafka’nın mektuplarından esinlenilerek yaratılmış resimli bir kitap. Jean Richardson’un yazdığı ve Mike Dodd’un resimlediği kitabın bendeki örneği Norveççe. Kitabı ne zaman ve nereden aldığımı bir türlü hatırlayamasam da, okur okumaz çok sevmiş ve size ondan bahsetmeye karar vermiştim.

İlk kez 1993 yılında basılan Kafka ve Kayıp Bebek, rengarenk resimlerle süslemiş otuz iki sayfadan oluşuyor. Richardson’un kalemiyle yeniden hayat bulan hikayede, kahramanımız minik Harriet, bebeği Lottie’yi kaybettiği o üzücü günden bir hafta sonra ondan bir mektup alıyor. Takip eden dönemde Harriet, bebeğinden dünyanın değişik köşelerinden gönderilmiş mektuplar ve kartlar almaya devam ediyor. Bu sayede küçük kız oyuncak bebeğinin seyahati sırasında yaşadığı maceralara uzaktan da olsa tanıklık etmiş oluyor. Kitabın sonunda Lottie eve dönmese de, yolunu gözleyen Harriet’e yeni bir oyun arkadaşı bulmayı ihmal etmiyor.

Richardson, kitabı kendi yorumuyla bitirirken okurlarını hayal kırıklığına uğratmamış. Yazarın ilham kaynağı kitabın giriş bölümünde açıkça belirtilse de, hikaye küçük okurları kendisine bağlayacak kadar sıcak ve inandırıcı bir biçimde başlamış ve sonlanmış. Kafka’dan mektup alan küçük kızın hissettikleri ve yaşadığı bu olağanüstü deneyim, kitap sayesinde adeta bütün çocuklara armağan edilmiş.

Kafka Ve Kaybolan Bebek-kapakBu kısacık öykü, içinde hayatımızın farklı safhalarında farklı anlamlar bulabileceğimiz, zamanla derinleşen türden bir öykü. Kayıp Bebek‘te, aslında üç ayrı karakterin paralel hikayelerinin anlatıldığını düşünürsek, bu kitapta, yaşamımızın her safhasında kendimizle özdeşleştireceğimiz bir kahraman bulabileceğimizi görürüz. Okul öncesi dönemdeki bir çocuk muhtemelen kendisini en çok Harriet’e yakın hisseder ve tıpkı Harriet gibi, bir yetişkinin tasarladığı büyülü bir deneyimin kahramanı olmak ister. Öyle ya, ilk kayıplarıyla baş etmeyi Kafka gibi dehanın yardımıyla öğrenmeyi kim istemez? Kitabı, hayatı ve dünyayı tanımak için duyduğumuz isteğin dizginlenemez hale geldiği bir dönemde okuduğumuzda, kendimizi en çok yerine koymak isteyeceğimiz karakter gezgin bebek Lottie olur sanırım. Hep büyüyen sorumlulukları bir yana bırakıp, tasasızca dünyaya açılmayı ve Lottie’nin yaptığı gibi yeni deneyimlerle dolu bir geziye çıkmayı düşlememiş bir genç yoktur herhalde. Büyük olasılıkla hepimiz böyle isteklerin ağır bastığı zamanlarda, hiç bilmediğimiz bir maceraya atılıp, gördüklerimizi, bizi bekleyen sevdiklerimizle paylaşmayı düşleriz. Hikayenin asıl kahramanına gelince, belki diğer tüm yetişkin okurlar gibi ben de kendimi onunla özdeşleştirmek istedim ve dahası kendimi ona hayran olmaktan alıkoyamadım. Hatta içten içe kendime, ¨Acaba ben de büyüyünce Kafka gibi olabilecek miyim?¨ diye sormadan edemedim.

 

Gondoldaki Bebek

 

Kayıp Bebek, aslında Kafka’nın mektuplarından esinlenilerek yazılmış kitaplardan yalnızca biri. Sizlere bu mektupların öyküyüsünü anlatan iki kitaptan daha söz etmek istiyorum.

Kafka ve Gezgin Bebek

Kafka ve Gezgin Bebekİspanyol edebiyatının tanınmış yazarlarından Jordi Sierra i Fabra tarafından yazılan ve ilk kez 2006 yılında basılan Kafka ve Gezgin Bebek 2007’de İspanya’da ödül almış bir kitap. Sierra’nın yüz yirmi üç sayfalık hikayesinde Kafka karşımıza bir bebek postacısı olarak çıkıyor. Kitaba göre Kafka, ilk karşılaşmalarının ardından her gün parka gelip oyuncak bebek adına yazılmış bir mektubu küçük kıza ulaştırmaya başlıyor. Pep Montserrat’ın resimlediği kitap, dilimize Serdar Çelik tarafından kazandırılmış. Kitabın Türkçe’ye çevrilmiş olması ve minik okurların bu hikayeyi kendi dillerinde okuma fırsatına sahip olmaları çok sevindirici.

 

Oyuncak Bebek

 

Sizlere kısaca söz etmek istediğim üçüncü eser de yine Kafka ve oyuncak bebeğe dair. Bu konu hakkında bu kadar çok şey yazdıktan sonra, yetişkin okurlar için yazılmış ve Türkçe’mize çevrilmiş bir kitabı gözardı etmek istemedim.

Kafka’nın Bebeği

Kafka'nın BebeğiGerd Schneider tarafından kaleme alınmış Kafkas Puppe, Türkçe’ye Regaip Minareci tarafından Kafka’nın Bebeği adıyla çevrilmiş ve Kırmızı Kedi Yayınları tarafından yayımlanmış bir roman. Schneider, yüz doksan iki sayfadan oluşan kitabında Kafka’nın küçük kıza yazdığı mektupların öyküsünü anlatırken, yazarın yaşamı ve hayatının son dönemleri hakkında ipuçları da veriyor. Kafka’yı seven, onun yaşamının son dönemlerini merak eden ve gezgin bebeğin hikayesini bir de Schneider’in kaleminden okumak isteyen herkesin bu kitabı seveceğini tahmin ediyorum.

 

Oyuncak Bebek

 

Nihayet bu uzun yazının sonuna geldik. Bu aralar hepsi birbirinden ilginç ve güzel kitaplar okuyorum. Bunların bazıları araştırma, bazıları da resimli çocuk kitapları. Şimdilik aralarında herhangi bir seçim yapamadığımdan, bir sonraki yazıma konuk olacak kitaplar hepimiz için sürpriz olacak gibi görünüyor.

Yakında yeniden görüşmek üzere,

Sevgiler

 

 

heart

 

 

Güzeller Güzeli Venezia (2. Bölüm)

Acqua Alta Book Shop- Venedik'te Bir Kitapci-Acqua Alta

 

Libreria Acqua Alta

Dünyanin En Güzel Kitapçısı Venedik - Libraria Acqua Alta, Venezia -Venedik doğudan batıya esen tatlı bir rüzgar gibi. Bir akşam üstü San Zaccaria Meydanı’ndan Arsenale’ye doğru yürürken geriye dönüp şöyle bir baktığınızda öyle güzel bir manzarayla karşılaşıyorsunuz ki, denizden esen hafif rüzgarda uzak çöllerde savrulan altın kumları, gökyüzünde asılı duran dev kubbelerin siluetlerini görüyor, hiç yazılmadan yüzyıllarca söylenmis şiirleri, gizli bahçelerde söylenen aşk şarkılarını duyuyorsunuz. Venedik’e gelen her yenilik adeta kendisini damıtarak bu nevi şahsına münhasır şehrin ruhuna azar azar akmış ve onunla birlikte yeni ve özgün bir form almış gibi. Öyle ya, dünyanın başka neresinde gezerken yanınızdan altın varak ve ipek brokarlarla süslenmiş siyah cilalı gondollar geçer? Her köşesinde bir farklılık bulmanın mümkün olduğu bu antik şehirde benim için görülmeye değer önemli mekanlardan bir tanesi dünyanın en güzel kitapçısı olarak anılan Libreria Acqua Alta‘ydı. Ben bu kitapçıyı ziyaret etmeyi çok istediğim için bir öğleden sonrayı sadece buraya ayırdık.

http://www.insigniamasks.com.au/venetian-cats-as-traditional-venetian-characters

Libreria Acqua Alta adını Venedik’e özgü gelgitlerden alıyor. Bu özel kitapçının bir yüzü sıradan bir Venedik sokağına, diğeri turkuaz bir kanala bakıyor. İçeride binlerce kitap, poster, kart, kırtasiye malzemesi ve dergi var. Bunların hepsine zaman ayırmak imkansız olsa da, ilginizi çekecek birçok materyal bulmak mümkün. Kitaplar hem raflara hem de dekorasyon amacıyla kullanılan gondol, küvet, sepet, kasa gibi birçok değişik malzemenin içine doldurulmuş. Biz ilk anda nereye bakacağımızı şaşırdığımız için önce etrafı şöyleLibreria Acqua Alta - Kitapçının Bahçesi - bir gezmeye karar verdik. İkinci turumuzda kitaplara daha yakından bakabilmeye başladık. Burada Venedik’le ilgili başka hiçbir kitapçıda bulamayacağınız çok zengin bir kitap koleksiyonu var. Libreria Acqua Alta, özellikle Venedik sanatına, tarihine, mimarisine ve edebiyatına dair kaynak arayanlar için adeta bir cennet sayılır. Bu kıymetli kitapların bir kısmı eski olsa da, dünyanın en güzel kitapçısında kayda değer sayıda yeni kitap da satılıyor. Libreria Acqua Alta’nın en büyük özelliklerinden biri arka kapısının bir kanala açılıyor olması. Bu kapının karşısına koydukları oturma grubunda oturduğum ve kucağıma doldurduğum kitaplarla başbaşa kaldığım an tarif edilmezdi. İçerideki loş ortam ve ağır nemli hava burada yerini aydınlığa ve açık kapıdan içeriye dolan temiz havaya bırakıyor. Kanaldan taşıp gelen su yerleri şöyle bir ıslatıp geçerken siz de fotoğraf çeken turistlerden ve diğer meraklı gözlerden uzak, yüzünüzü kemerli kapıdan gelen ışığa dönerek bu özel mekanın tadını çıkarabiliyorsunuz. Ben buradan hatıra olarak aldığım kartların, kitap ayraçlarının ve not deftlerlerinin hepsini çok severek kullanıyorum. Venedik’te her yerde cam eşyalarla karşılaşıyorsunuz; ama aslında bu şehirdeki kağıt ürünleri de çok güzel. Özellikle hediye almanız gerekiyorsa el yapımı kağıtlardan yapılmış ya da Venedik motifleriyle süslenmiş ürünler sizin için çok cazip olabilir. Libreria Acqua Alta’yı Calle Lunga Santa Maria Formosa, 5176/B, 30122 Venezia adresinde ziyaret edebilirsiniz.

 

Venedik'ten kitap ayraclari, defterler ve kartlar

 

Çocuklar için Venedik kitapları

Yazımın ilk bölümünde (buraya tıklayarak okuyabilirsiniz) gezilere hazırlıklı gitmenin öneminden söz etmiştim. Eğer seyahate bir çocukla çıkıyorsanız bu durum bence daha da önemli hale geliyor. Bizler yetişkin olarak bir yeni bir yeri ziyaret edeceksek, göreceklerimiz hakkında en azından bir fikir sahibi oluyoruz. Çocuklar genellikle yetişkinlerin tercihlerine göre hareket ettikleri için, onlar açısından seyahat öncesi yapılacak güzel bir araştırmanın ya da kendilerine uygun bir seyahat kitabına sahip olmanın önemi artıyor. O sebeple yazımın bu bölümünde çocuklar için hazırlanmış ve Venedik’i anlatan birkaç kitaba yer vereceğim.

 

Venedik kitaplarim ve kahvem

 

Vendela Venedik’te / Vendela in Venice

Vendela in Venice Front Söz etmek istediğim ilk kitabın adı Vendela in Venice. Ben bu kitaba ilk kez geçen yıl, internette Venedik’i anlatan bir çocuk kitabı ararken rastladım. İsveçli yazar Christina Björk tarafından yazılan ve yine İsveçli Inga-Karin Eriksson tarafından resimlenen kitabı İsveççe orjinalinden İngilizce’ye Patricia Crampton çevirmiş. Nereden alacağıma dair araştırma yaparken aklıma kitabı Oslo’daki Deichmanske kütüphanesinde bulabileceğim geldi. Şansıma kütüphanede kitabın İsveççe bir baskısını buldum ve hemen ödünç aldım. Resimleri ve anlatımı o kadar güzeldi ki, Vendela in Venice‘yi mutlaka kendi koleksiyonuma eklemem gerektiğine karar verdim. İmdadıma internet üzerinden satış yapan Amerikalı bir kitapçı yetişti ve böylece Boston Kütüphanesi’nden emekliye ayrılmış olmasına rağmen fazla yıpranmamış bir Vendela in Venice uzun bir uçak yolculuğundan elime ulaştı.

Vendela kuzeyin Venedik’i diye adlandırılan Stocholm şehrinde yaşayan küçük bir kız. Babasıyla birlikte ilk kez Venedik’i ziyaret edecek olan bu küçük kız, hikayesine kendisini ve yaşadığı şehri anlatarak başlıyor. Kitabın ilk sayfalarını okurken Stockholm ile Venedik arasındaki önemli benzerlikleri ve Vendela’nın babasından Venedik tarihine dair dinlediği önemli ayrıntıları öğreniyoruz. İlerleyen sayfalardaysa, Vendela’nın yolculuk sırasında yaşadıklarına, otel odasında gördüklerine, Venedik’in sembolu kabul edilen Aziz Marco’nun Kanatlı Aslanı hakkında öğrendiklerine, Murano adasını yaptığı ziyarete tanık oluyoruz. Ben Dükler Sarayı’na, San Marco Meydanı’na, Aziz Marco’nun Çan Kulesi’ne ve bronz at heykellerine küçük bir turistin gözleriyle bakarken tahmin ettiğimden çok daha fazlasını öğrendiğimi farkettim. Kitap gerçekten harika resimlerle ve Vendela in Venice-We Come from the Seafotoğraflarlarla süslenmiş. Hepimizin bildiği gibi yetişkinler için yazılmış seyahat kitaplarında birçok öneri bulunur. Benzer öneriler Vendela in Venice’de de var; ama bunlar okura birer deneyim şeklinde aktarıldığı için çok daha anlamlı ve merak uyandırıcı olmuş. Hikaye İsveçli bir çocuğun ağzından anlatıldığı için, okurken yalnızca Venedik değil İsveç kültürü hakkında da yeni şeyler öğreniyorsunuz. Çocuklarınızla ya da öğrencilerinizle severek okuyacağınız, tatlı bir dille yazılmış ve açıklayıcı görsellerle tamamlanmış bu kitabı ben çok sevdim.

 

http://www.insigniamasks.com.au/venetian-cats-as-traditional-venetian-characters

Venezia

Berømte Byer Gjennom Tidene VENEZIA Sizlere söz etmek istediğim ikinci kitap, ünlü şehirler için hazırlanan bir serinin içinde yer alıyor. Özgün adı “Great cities through the ages – Venice” olan bu kitabın Norveççe bir baskısı bana geçen yıl hediye edilmişti. Renzo Rossi tarafından yazılan ve birçok farklı sanatçının illustrasyonlarıyla renklendirilmiş bu güzel resimli kitap ilk kez 2003 yılında basılmış. Kırk dört sayfadan oluşan kitabın içinde, giriş kısmı dışında yirmi ayrı bölüm var. Şehrin kuruluşu, orta çağ dönemindeki konumu, Dükler Sarayı, Rialto Köprüsü, Venedik’te rönesans dönemi, Venedik Cumhuriyeti’nin doğuşu ve batışı, şehrin sokakları ve meydanları, mimarisi, karnavalı, günümüzdeki durumu ve benzeri diğer birkaç önemli konu, ayrı ayrı başlıklar altında işlenmiş ve detaylı görsellerle desteklenmiş. Resimlerin biraz dağınık olması ve anlatım dilinin yer yerVenezia by Renzo Rossi ağıra kaçması bana dokuz yaşından küçük çocukların bu kitabı bir yetişkinle birlikte okumalarının daha verimli olacağını düşündürdü. Çocuk kitabı diye sınıflandırsak da, bu bence yetişkinlerin de kaynak olarak kullanabilecekleri Venedik’e dair önemli bilgiler ve ayrıntlarla dolu bir kitap. Türkçesi ne yazık ki henüz basılmadı; ama İngilizce orjinalini internet kitapçılarında bulmak mümkün.

 

http://www.insigniamasks.com.au/venetian-cats-as-traditional-venetian-characters

 

Aslında Venedik ile ilgili olduğu için aldığım iki kitap daha var. Bir tanesi Venedikli besteci ve keman virtüözü Vivaldi‘ nin hayatını hikaye şeklinde anlatan resimli bir çocuk kitabı. Minken Fosheim tarafından yazılan Eventyret om Vivaldi adlı kitabın ilüstrasyonları ise Venedikli Gino Scarpa’ya ait. Fosheim aslında sadece Vivaldi değil aralarında Mozart, Bach, Beethoven’in de bulunduğu beş ünlü müzisyenin yaşam öykülerini çocuklar için kitaplaştırmış. Ben bu serideki kitapların sadece dört tanesini bulup alabildim. Venedik’le ilgili olduğı için aldığım diğer kitapsa Donna Jo Napoli tarafından yazılmış, Daughter of Venice, yani Venedik’in Kızı. 16. yüzyılda yaşamış Venedikli bir genç kızın hayatını anlatan bu kitabı ne yazık ki henüz okuma fırsatım olmadı.

 

Eventyret om Vivaldi

 

Venedikle ilgili söyleyeceklerim şimdilik bu kadar. Güneyden beni çağıran bu esrarengiz şehrin sesini artık bir süreliğine duymazdan gelmek zorundayım. En azından bir sonraki gezi planı daha net bir hal alana kadar… Bir sonraki yazımda sizlere Kafka Ve Kaybolan Bebek‘ten söz etmek istiyorum. Oyuncak bebeğini kaybettiği için ağlarken, ünlü yazar Kafka ile karşılaşan küçük kızın hikayesini duymayan kalmış mıdır bilemiyorum; ama ben bu harika hikayenin resimli bir çocuk kitabına esin kaynağı olduğunu yeni öğrendim. İşte bir dahaki yazımda size bu tatlı hikayeden bahsetmek istiyorum. O zamana dek kendinize iyi bakın.

Sevgiler

http://www.insigniamasks.com.au/venetian-cats-as-traditional-venetian-characters

 

HandDrawn_10_2bough_up_graphicsfairy

 

Londra’dan bir bavul kitapla döndüm!

Holland Park'ta bir gül bahçesi 0

Holland Park’ta bir gül bahçesi

Bu fotoğrafa ne zaman baksam, kendimi küçük Alice gibi hissediyorum. Londra’ya gittiğimizde kaldığımız güzeller güzeli tarihi evin giriş katındaki koridorda çekmiştim bu fotoğrafı. O an Harikalar Diyarı’ndaki gül bahçesini gördüğümü sanmıştım. Minicik kapıdan giren ve sanki çiçeklerin nefesini iceriye taşıyan tazecik havayı, cep telefonuyla çekilmiş bu fotoğrafa ekleyemsem de, her baktığımda özlemle hatırlıyorum. Bu ev ve mekan benim için bütün karmaşalardan ve kötülüklerden kaçıp sığınılabilecek güzellik ve gizem dolu bir masal sahnesi gibi.

Holland Park'ta arka bahçe 2

Arka bahçe

 

Bahçe elbette her mevsim bu kadar renkli görünmüyor. Kışları bütün semte bir hüzün yerleşmek istese de noel süsleri ve okul çocuklarının cıvıltıları bu melankolik havayı süpürüp götürmeye yetiyor. Ayrıca biz kışları çok daha karanlık bir coğrafyadan gittiğimiz için olacak, Londra bize her zaman biraz bahar gibi geliyor.

Holland Park'ta bahçe 3

Arka bahçe

robin

Bavuldaki Kedi1

Bavuldaki Kedi

Aslında yaz sonunda doğum günümü kutlamak için gittiğimiz Londra’dan bir bavul kitapla döneli aylar oldu. Eve döner dönmez bizim evin en güzeli hemen kitapla dolu valizin içine yattı. Bize bir mesaj vermeye çalıştığı çok açıktı. Evden çıkacağı zamanlar gücünün son damlasına kadar direnme huyu olmasaydı, bir dahaki gezimizde bize katılmak istediğini düşünebilirdim. Sanırım sadece tekrar uzağa gitmemizi istemediğini anlatmaya çalışıyordu. Bu yazıyı uzun zaman önce yazmaya niyetlenmiştim; ancak yazacak diğer şeyler artınca, blog için zaman ayırmak lüks gibi gelmeye başladığı için Londra gezisi hakkında yazacaklarımı sürekli erteledim. Noel tatili gelince nihayet ihtiyacım olan motivasyonu da bulmuş oldum. Bu yıl kar taneleri, buralardan sıkılmış olacaklar, yeni yılı kutlamak için batı Turkiye’ye tatile gitmişler. Hava şu an buz gibi olsa da, burada tek bir beyaz kar tanesi bile yok. Karanlıkta en ufak bir ışık dokunuşuyla bile gümüş simler gibi ışıl ışıl ışıldayan karları özlemiyor değilim. Neyse ki çok yakında baharın ilk aylarına kadar dek gitmemek üzere geleceğinden eminim.

London Eye Dönerken

London Eye Dönerken

 

Swiss Chalet in St James's Park London

Swiss Chalet – St James’ Park

St James Park

St James’ Park

Londra bana tarihiyle, mimarisiyle, romantik park ve bahçeleriyle ve ucuz kitap satan sahaflarıyla bir masal şehri gibi geliyor. O sebeple Masal Penceresi bir gezi sayfası olmamasına rağmen bu güzel şehir bu sayfada kendisine yer açtı. Londra’ya gittiğimizde en çok peşine düştüğüm şey genellikle resimli kitaplar oluyor. Şimdiye kadar bu şehirden hep birbirinden güzel kitaplarla döndüm. Bu son gezi de farklı olmadı. Hem anılarım canlı kalsın hem de çektiğim fotoğrafların bazıları kaynak olarak burada dursun diye güzel Londra ile ilgili mütevazi ve kişisel bir yazı yazmaya karar verdim. Oslo’dan gidince Londra gerçekten çok kalabalık ve büyük geliyor insana. Yine de hem büyüklüğünü, hem karışıklığını hem de renklerini çok seviyorum. Biz hep gezmeye gittiğimiz için çalışan bir insan olarak orada yaşamanın nasıl olduğunu hayal etmekte zorlanıyorum. İnsanlar hep çok meşgul ve koşuşturma içindeymis gibi geliyor bana. Biz o karmaşanın içinde kendimize ayırdığımız kısıtlı süreyi mümkün olduğunca sakin ama verimli geçirmeye çalışıyoruz. Her ziyaretimizde rituel gibi aksatmadan yaptığımız etkinikler var.

robinHolland Park

Holland Park 2

Holland Park

Kaldığımız ev Kensington bölgesindeki Holland Park semtinde olduğu için en çok zaman geçirdiğimiz yer bu semt. Semt adını içindeki güzeller güzeli parktan alıyor. Bu park bizim favori mekanımız. Sadece içinden geçmek bile büyük bir keyif. Sonbaharda ve yağmurlu havalarda büründüğü hava ayrı güzel, kışın rengarenk kuşlarla ve sincaplarla neşelenen kuru dallı ağaçları ayrı güzel. Yazın yemyeşil ve insan cıvıltılarıyla dolu hali bambaşka bir güzellikte görünüyor. Parkın sakinleri olan sincapları beslemek için ceplerinı fındık fıstıkla doldurup gelen bir sürü insan var. O yüzden olacak, sincapların hemen hepsi tombişler ve aynı zamanda çok insancıllar. Bu güzel parkın içinde davet mekanı ya da sanat galerisi olarak kullanılan çok guzel eski bir sera, The Orangery, bulunuyor. Her gidişimizde kapalı olan bu mekanı bir gün ziyaret etmeyi ve kocaman bronz heykellerle süslenmiş bu güzel binanın havasını koklamayı çok istiyorum. Bu mekanla bitişik Belvedere adında bir adet Fransız restoranı ve parkın içinde yine büyükçe bir hostel var.

Holland Park'ta tombiş bir sincap

Holland Park’ta tombiş bir sincap

Kyoto Garden - Holland Park 2

Kyoto Garden – Holland Park

Kyoto Garden - Holland Park 3

Kyoto Garden – Holland Park

 

 

 

 

 

Kyoto Garden - Holland Park 5

Kyoto Garden – Holland Park

 

 

 

 

 

 

 

 

Lord Holland'ın heykeli - Holland ParkAslında parkın büyük kısmı, daha önce Holland House ya da Cope Şatosu adıyla bilinen ve Alman saldırısından sonra harabeye dönen güzelim tarihi binaya aitmiş. Yazları burada Opera Holland Park’ın gösterilerini izlemek mümkün. Küçük ve güzel bir Japon bahçesi olan Kyoto Garden ve içindeki iri balıklar da bence buranın görülmeye değer noktalarından. Ayrıca parkın tam ortasında, Lord Holland’ın kocaman bir heykeli var. Bu heykel bir bakıma parkta kaybolmanızı önlüyor. Işıklandırılmaması ve akşamları girişlerin kapatılması buraya ayrı bir hava katıyor bence. Bir kere hava karardığında içinden geçtikten sonra neden akşam saatlerinde parkın kapılarını kapatmayı tercih ettiklerini anladım. Karanlık, ıssız ve kocaman bir orman gibi hem çok güzel hem de bir o kadar ürkütücü.

Kensington High Street

Kensington High Street

Cafe Aubaine'de kahve molası- Kensington High Street

Cafe Aubaine’de kahve molası- Kensington High Street

Holland Park’ın bir ucu, iki yanı mağazalarla kafe ve restoranlarla süslenmiş geniş bir cadde olan Kensington High Street’e çıkıyor. Burada aklımıza gelebilecek hemen hemen bütün mağazalar var. Caddede aynı zamanda bir metro durağı da mevcut. Metro bize çok kalabalık ve havasız geldiği için hemen hemen hiç kullanmıyoruz. Otobüste en azından etrafı görme şansımız oluyor. Holland Park, Notting Hill’e de çok yakın olduğu için bu semti gezmek ve Portobello Caddesi’ndeki Geil’s Artisan fırınına uğramak bizim rutinlerimizden biri oldu. O muhteşem brownielerden tatmak için daha uzağa da gidilir gerçi. Her ziyarette mutlaka George Orwell’in bu sokakta bulunan müstakil evinin önünden geçmek, taze çikolatalı ve muzlu krep yapan mekanlardan yayılan enfes kokuları duymamak için burnumuzdan nefes almamak ve başka yerlere bakmak, her defasında Oxfam’ın sadece kitap satan şubesinde en az bir saat harcamak bunlardan birkaçı. George Orwell evinin fotoğrafını aslında arkadaşım Duygu için çekmiştim. Seneler önce İzmir’de Portobello Road - George Orwell Evibuluştuğumuzda yemek yemek için bir yere oturmuştuk. Duygu yemekte çantasından Orwell’in Hayvan Çiftliği kitabını çıkarmıştı. O dönem onu okuduğu için çantasında her yere taşıyordu. Bu evi görünce aklıma hem o an hem de Eurythmics’in ‘1984’ filmi için hazırladığı 1984 adlı albümdeki parçalardan biri olan Sex Crime geliyor. Hatta şimdi yazarken yine aklıma geldiği için açtım ve bir yandan onu dinliyorum. Önceleri Portobello’daki antikacılardaki porselenlere bakmak için de zaman harcıyordum; ama artık bu huyumu bıraktım. Satılan her parça değerinin kat kat üzerinde fiyatlandırıldığı için insanın hevesi kırılıyor. Pazarda alışveriş yapmanın tadını alamadığımdan burada vakit kaybetmeyi sevmiyorum artık. O yüzden Notting Hill gezintisinin en önemli iki noktası sadece Oxfam’in kitapçısı ve leziz brownielerin mekanı Geil’s Artisan Bakery. Aslında güzel brownie yapan birçok yer bulunabilir Londra’da. Ben herhalde biraz da bazı mekanları anılarımla beraber sahiplenmeyi ve o mekanlara tekrar tekrar gitmeyi seviyorum.

Notting Hill Gate durağından başlayıp Kensington High Street’e inen Church Street’in üzerinde yine Royal Trinity Hospice’in bağış kitaplar satan güzel bir sahaf şubesi var. Buradan daha önce inanılmaz güzel resimli kitaplar almıştım. Son ziyaretimizde aradığımız tarzda bir kitap bulamadım; ama civarda kalanlar için arada bir uğranacak ve hazine avcılığı yapılabilecek güzel kitapçılardan biri.

robinHampstead

Hampstead Londra

Hampstead Londra

Son iki Londra gezimizde Hampstead de uğramadan dönmediğimiz semtler arasına katıldı. Hampstead yemyeşil doğasi ve kızıl ateş tuğlasıyla kaplı tarihi binalarıyla tipik İngiliz kasabalarına benziyor. Şehirden uzaklaşmadan bakımlı, yeşil ve sakin bir yerleşim bölgesi görmek için çok uygun. Çarşısı çOxfam-Hampsteadok büyük olmasa bile merkezde bulunan magazaların şubeleri burada da var. Gözlemlediğim kadarıyla bu semtte oturuyorsanız iş dışında merkeze inmenize gerek bile yok. Oxfam’in yalnızca bağış kitaplar satan şubelerinden bir tane de Hampstead’de var.robin

İkindi Çayı

The Ritz-Londra

İngiltere’ye gezmeye gidip meşhur afternoon tea yani ikindi çayına gitmemek olmaz herhalde. En azından bir kere denenmesi gerek bence. Aslında ikindi çayı dense de günün birçok saatinde ikindi çayı servisi yapan mekan bulmak mümkün. Büyük otellerin öğleden sonra başlayıp akşam saatlerine kadar devam eden servisleri oluyor. Daha önce çok sevdiğim arkadaşlarımdan biriyle Ritz Oteli’nin çayına gitmiştik. Aylar önce rezervasyon yapmamıza rağmen ikindi çayı için akşam dokuzdan önce yer bulamamıştık, ki daha çok akşam çayı olmuştu. Çay salonu (üstteki resim), canlı müzik, çaylar, kekler ve parmak sandviçler gerçekten lezizdi. Bir kere denediğim için memnunum; ama çok özel bir kutlama Kensington Sarayı'nda çay saatiolmadıkça tekrar gideceğimi sanmıyorum. Onun yerine güzeller güzeli fincanlarda tazecik çay ve yanında scone ya da kremalı kek servisi yapan başka bir mekana gitmek bize daha cazip geliyor. Bu son gezimizde de rezervasyonla uğraşmak yerine ikindi çayımızı yürümekten yorulduğumuz bir anda, paylaştığımız bir dilim kekin yanında, en sevdiğimiz kafede içmeyi tercih ettik.

robinTower of London

https://en.wikipedia.org/wiki/Tower_of_London#/media/File:Tower_of_London_viewed_from_the_River_Thames.jpg

Tower of London / Wikipedia

Londra büyük bir şehir olduğu için burada yapılacak etkinlikler tükenmiyor. Doğum günü gezisinde görmeyi çok isteğim iki yeri ziyaret etme fırsatım oldu. Bunlardan bir tanesi Tower of London yani Londra Kulesi’ydi. Aslında bu yapıya Londra Kalesi demek belki daha doğru olurdu. Biz bu mekana neredeyse tam bir gün ayırdık. Hem kaldığımız yerden çok uzak olduğu için gidip gelmek çok zaman aldı, hem de içeride görülecek çok şey vardı. Birkaç yıl önce okulla birlikte York şehrinde bir eğitim gezisine gitmiştik. Orada hem bir Shakespeare oyunu izlemiş hem de Londra Kulesi ile ilgili ilginç şeyler dinlemiştik. Londra Kulesi’ne karşı merakım aslında orada başladı. Sonra nedense Londra’ya gitsek de bir türlü denk getirip bu Kule’yi gezemedim. Burası zamanla girişin olduğu ama çıkışın olmadığı bir yer haline geldiği için hanedan üyeleri ve devlet adamlarının asla ziyaret etmeyi bile istemedikleri bir mekanmış. Ziyaret sırasında görebileceğiniz Kraliçe Anne Boleyn’in idam öncesi hapsedildiği binadan idam edildiği noktaya kadar, çeşitli tutsakların notlarından, kraliyet mücevherlerine ve kuzgunlara kadar İngiliz kültürü ve tarihi açısından kıymetli olabilecek çok şey var. Gezebildiğim, o atmosferi hissedebildiğim ve en sonunda binaların birinde kaybolmadan sapasağlam dışarı çıkabildiğim için çok memnunum. Doğum günü dileklerimden bir tanesi böylece gerçekleşmiş oldu. Geziden önce kaleyi anlatan birkaç belgesel ve tanıtım programı izlemiştim. İzlemek isteyen yetişkinler için yine yetişkinler için hazırlanmış ingilizce bir programın linkini ekliyorum.

robinWestminster Abbey

Westminster Abbey

Westminster Abbey

Görmeyi uzun zamandır istediğim bir diğer mekan da Westminster Abbey’di. Bu yapıyı gezmeye onunla ilgili bir belgesel izledikten sonra karar verdik. Westminster Abbey müze gibi belirli bir ücret ödeyip gezebileceğiniz önemli tarihi mekanlardan biri. UNESCO’nun kültür mirası ilan ettiği bu yapının adına hanedan üyelerinin düğünleri ve cenazeleri sebebiyle aşinaydık. Ancak Westminster Abbey’e sadece büyük bir kilise deyip geçmek, birçok tarihi olayla yakın bağı bulunan bu görkemli yapıya haksızlıkmış. Yedi yüz yıllık geçmişi olan bu devasa binanın mermer koridorlarının altında, Charles Darwin’den, Charles Dickens ve Isaac Newton’a kadar nice önemli isim yatıyor. Yürürken kimlerin mezarının üzerinden geçtiğinizi farkettikten sonra başınızı bir süre yerden kaldıramıyorsunuz. Yürürken mermerlere yazılmıs adlara bakmamak onlara saygısızlık olacakmış gibi geldiğinden olacak, biz bir süre hep yerlere baktık. Burası yüzlerce insanın mezarı olduğu için içeride bunu yansıtan ağır bir atmosfer var. Kraliçe 1. Elizabeth de buraya gömülen önemli tarihi isimlerden biri. Mezarının üzerinde bulunan kendi boyutlarındaki mermer heykel son derece etkileyiciydi. İçerideki yüzlerce diğer sanat eseri gibi… Bu mekan sadece dini açıdan değil tarihi açıdan da İngiltere’nin en önemli simgelerinden biri. İçeride fotoğraf çekmek yasak olduğu için binanın içini gösteren herhangi bir resim ekleyemiyorum; ancak internette Westminster Abbey ile ilgili birçok resim ve belgesel bulmak mümkün. Binanın tarihiyle ilgili daha ayrıntılı bilgi edinmek isterseniz aşağıdaki youtube linki hoşunuza gidebilir.

https://www.youtube.com/watch?v=2388hTrKn3g

robin

Son yolculuğumda doldurduğum kitap bavulumda elbette birçok kitap var. Bunların hepsinden söz etmek şu an için imkansız. O yüzden içlerinden sevdiğim bir tanesini, Kadife Tavşan‘i, sizin için seçtim ve bir sonraki yazımda ondan söz etmek istiyorum. Bu yazıyı yeni yılınızı tekrar kutlayarak bitirmek istiyorum. Umarım Noel Baba bu sene torbasında nice guzellikler getirmiştir. Bize de 2016’yı dolu dolu yaşarken o torbadan çıkacak surprizleri beklemek kalıyor. Bu blog yazısı tamamen Londra’ya adandığı için kapanışı da geçen sene yeni yılı karşıladığımız bu güzel şehirde çektiğim birkaç fotoğrafla yapıyorum.

Sevgiler…

robin

 

Noel için süslenmiş Fortnum and Mason Magazası

Noel için süslenmiş Fortnum and Mason Magazası – Londra

 

Noel süsleriyle Covent Garden

Noel süsleriyle Covent Garden

 

Noel Ağacı

Evden bir kare: Noel Ağacı

 

Noel Yıldızı Londra

Mutfaktaki Noel Yıldızı-Londra

robin

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Oslo Deichmanske Kütüphanesi

kütüphanede kitap satşı

Geçen Cumartesi, Oslo’nun merkez kütüphanesinde eski kitapların satışı yapıldı. İki torbaya sığdırdığımız otuz kitabın yirmi dokuzu çocuk kitabı. Sınav dönemini atlatıp masanın üzerinde beni bekleyen bu kitaplardan söz etmek için can atıyorum. ❤

-Yeni Eski Kitaplar- (2. Bölüm)

HISTORIEN OM DEN LILLE KATTEN TIGERLINE BY IDA ELISABETH

Historien Om Den Lille Katten Tigerline by Ida Elisabeth

Üç hafta aradan sonra dersler yeniden başladı ve sınav dönemine iki ay kaldığı için olacak, ödevlerin biri bitmeden öbürü başlıyor. Nihayet geçen hafta aldığım eski kitapları tanıtmaya devam etmek için vakit bulabildim. Aradan o bir hafta hiç geçmemiş gibi… Dışarıda masmavi bir gökyüzü var. Henüz ısıtmaya başlamamış olsa da güneş artık bize de gülümsüyor ve her gün yakında gelmesini umduğumuz baharın sözünü veriyor. Hava açık ve güzel olduğu için evin karşısındaki kreşe devam eden çocukları bahçeye çıkardılar. Kreş binası olarak hizmet veren kocaman ahşap köşk, yaşlılığını unutmuş ve gençliğindeki heyecanı ve neşeyi yeniden bulmuş gibi görünüyor. Bahçesinden yükselen çocuk seslerini çoğaltıp bütün mahallaye yayarken, çatırdayan merdivenlerinin ağrılarını, eski pencerelerinin sebep olduğu bir türlü geçmeyen soğuk algınlıklarını, gıcırdayan kapılarının şikayetlerini unutmuş gibi mutlu görünüyor. Kedim karşı koltuka uykuya daldı. Bebek mavisi tasmasının ucundaki parlak lacivert süs balığı eksik kalır mı? O da fırsatını bulmuşken kedinin yanına uzanmış uyuyor. Bana sorarsanız şu an huzurumuza huzur katacak eski kitaplardan söz etmenin tam zamanı.

Godnatt: Fortellinger fra vide verden, özellikle uyku öncesinde okumak için hazırlanmış, on bir hikayeden ve renkli illüstrasyonlardan oluşan bir kitap. Bu on bir hikaye, farklı ülkelerden olup Norveç’te yaşayan yazarlara ait. Kitabı resimleyen sanatçı ise Türkiye’de doğmuş; ancak yaşamını Norveç’te sürdüren Akın Düzakın… Kitabı alırken hem kapak resminin güzelliği hem de bu Türkçe ad dikkatimi çekmişti. Çizerin tarzı çok özgün ve güzel. Hikayelerin neredeyse tamamını okudum. Elbette bazıları diğerlerinden daha çok hoşuma gitti. Her farklı yazarla başka bir dünyaya yolculuk yaptığınız için hepsini tek günde okusanız bile sıkılmıyorsunuz.

Norveç kültüründe çocuklara kitap okumanın çok büyük bir önemi var. Anne ve babaların çocuklarına uyku öncesi kitap okumaları, neredeyse yemek yemek, diş fırçalamak kadar normal ve gerekli bir rutin halini almış durumda. Kitapların, sıradan bir çocuğun günlük yaşamının bu kadar vazgeçilmez bir parçası olması, elbette güzel kitapların yazılmasına, basılmasına, okunmasına ve çoğalmasına neden oluyor. Bu kitapların yazarlarının ve çizerlerinin hakettikleri değeri ve saygıyı görmelerine de bu yüzden şaşırmamak gerek.

Godnatt: Fortellinger fra vide verden‘de hikayesi bulunan yazarlar sırasıyla şöyle:

Jafar Jafarnejad

Gro Dahle

Walid al-Kubaisi

Merima Maja Brkic

Abdirahman Gaileh Mirreh

Philominammah George

Elyas Poorgholam

Thorvald Steen

Nirmal Brahmachari

Zakia Khairhoum

GODNATT Fortellinger fra vide verden Akın Düzakın & Thorvald Steen

GODNATT: Fortellinger fra vide verden

 

Historien om den lille katten Tigerline yani ‘Minik Kedi Tigerline’nin Hikayesi’, adından da anlaşılacağı gibi yavru bir kedinin başından geçenleri anlatıyor. Kitabı yazan ve resimleyen sanatçı Ida Elisabeth. Hikayeye eşlik eden resimlerin hepsi aslında birer tablo gibi capcanlı. O kadar güzeller ki insan onlara bakarken hayran oluyor. Sayfalardan fışkıran rengarenk çiçekler, kocaman ağaç dalları, sivri kulaklı tavşanlar, ipek tüylü kediler, masmavi fiyortlar etrafınızı sarıyor.

Kitabın kahramanı Tigerline, deniz kenarında eski bir evde yaşlı sahibiyle birlikte güzel bir hayat sürüyor. Hayatta tek başına kalmanın nasıl bir şey olduğunu bilmeyen minik kedicik, iyi kalpli sahibinin birden bire ortadan kaybolmasıyla açlıkla, yalnızlıkla ve evsizlikle tanışıyor. Hikaye yer yer o kadar acıklı ki, okurken burnumun direği sızladı. Tigerline’nin hikayesini okurken, kedi köpek deyip geçtiğimiz ve her karşılaşmamızda yüzümüze acıklı bir umutla bakan bütün evsiz hayvanların acısını hissettim. Bu kitap çocuguna sadece hayvan sevgisini değil, genel anlamda empati duygusunu öğretmeyi amaçlayan herkesin tercih edebileceği bir kitap. Açlık, yalnızlık, terk edilmişlik, sevgisizlik hayvanlar için de insanlar için olduğu kadar korkunç. Sadece çoğumuz için bilmemek, öğrenmemek ve hissetmemek daha kolay. Neyse ki kitap mutlu sonla bitiyor ve son sayfalara doğru burnumdaki sızlama yerini bütün yüzüme yayılan mutlu bir gülümsemeye bırakıyor. Keşke Türkçe’ye çevrilse ve bu güzel resimli kitabı Türkiye’de yaşayan çocuklar da okuyabilse.

HISTORIEN OM DEN LILLE KATTEN TIGERLINE BY IDA ELISABETH

Historien Om Den Lille Katten Tigerline by Ida Elisabeth

 

Son bir haftam derste işlemek üzere okuduğumuz kitaplarla geçti. Bu kitapların içinde Where the Wild Things Are (Vahşi Şeyler Ülkesinde), The Lorax (Loraks), Alice’s Adventures in Wonderland (Alice Harikalar Diyarında) gibi klasiklerin yanında, Coraline gibi daha yeni ve farklı kitaplar da var. Coraline hakkında çok bir bilgim olmadığı için satın almak yerine kütüphaneden ödünç almayı tercih ettim. Açıkçası daha önce hiç böyle karanlık atmosfere sahip ürkütücü bir çocuk kitabı okumamıştım. O yüzden biraz şaşkınım. Gerçi yüz altmış sayfalık bir kitabın ilk yüz on sayfasını bir oturuşta okuyabildiğime göre en azından akıcılığından emin olabiliriz. Bu sabah uyandığımda günlerden Cuma olduğunu ve tarihin de ayın on üçünü gösterdiğini farkettim. Bu ürkünç kitabı bitirmek için daha uygun bir zaman olamaz sanırım. Gün tamamen geçip gitmeden Coraline ile birlikte güzel bir kafenin yolunu tutsak iyi olacak. Haftaya son okuduğum kitaplarla ilgili bir yazı yazmayı planlıyorum. O zaman dek kendinize iyi bakın.

Sevgiler Butterfly-Scrap-Vintage-Image-GraphicsFairy21-1024x676