Merhaba,
Dolunayın parlak pullarının dökülerek lacivert sulara karıştığı ve dalgalarla birlikte yanıp söndüğü bir gece hayal etmenizi istesem? Bir de bu gecenin içinde sessizce süzülen büyük güzel bir gemi… Şöyle beyaz kremayla süslenmiş bir düğün pastasına benzeyen, kat kat ve içinde eğlenceler, apoletli kaptanlar, dans eden balerinler, oyunlar ve müzikler olan bir gemi… Ona biraz yaklaşıp dikkatlice bakarsanız, on birinci kattaki havuzla restoranın arkasında kalan ahşap döşemeli geniş güvertede oturmakta olan beni görebilirsiniz. Gece ilerlediği için bardaklar boşalmaya, sohbet eden yolcular burayı tek tek terk etmeye başladılar. Arka masalardan gelen tek tük neşeli kahkaha sessizliği kırsa da rüzgar onları kocaman ağzıyla çabucak avlayıp yutuyor. Geriye kalan birkaç sessiz yolcu ve ben dalgalar arasında yolunu arayan bu kağıttan gemide oturmuş mehtaba bakarak geçmişten geleceğe doğru ettiğimiz yolculuğu düşünüyoruz. Evet, zaman karada sanki bir noktadan diğerine ilerlerken burada adeta gecenin içinde genişliyor, uzuyor, esneyip yuvarlanmaya başlıyor. Çocukluğumuz, gençliğimiz, anlarımız, anılarımız ve öykülerimiz karışıp adeta helezonik bir şekilde kıvrılarak sonsuz gibi görünen denizde uzayıp gidiyor.
Özenle kesip biçerek üzerime güzelce oturttuğum sorunsuz ve uyumlu gemi yolcusu rolüm böyle anlarda biraz potluk yapmaya başlıyor. Diğer yolcularla birlikte eğlencelere katılmak ideal bir seçim gibi dursa da konuk olduğum topraklarda kulağıma çalınan eski hikayeleri düşünmeden edemiyorum. Aslında onları kaybetmeden size anlatabilmek için küçük bir cam şişenin içine doldurmuştum. Efsunları kaçmasın diye kapağı sıkıca kapatmayı da unutmamıştım. Sihirli şişeyi açıp içindekilerin ilkini burada yazıya dökmek için zamanın yoldan çıktığı böyle bir andan daha iyi bir fırsat bulabilir miyim diye soruyorum kendime. Cevabım belli. Gelin bu güzel mehtaplı gecenin hakkını vermek için birlikte Ege Denizi’nin berrak sularına dair mitolojik bir öyküye dalalım. Ne dersiniz?
Theseus ve Minotaurus Efsanesi
Atina’nın görkemli krallığında hüküm süren Kral Aigeus (Kral Ege), iki kez evlenmesine karşın çocuk sahibi olamamıştı. Bu durum, krallığın geleceği için büyük bir endişe kaynağıydı. Aigeus, soyunu sürdürecek bir evlat özlemi içindeydi ve bu sebeple bir kahine danıştı. Kendisine verilen öğütü tam olarak anlayamamıştı; ama dönüş yolunda Troizen’e uğradı.
Aigeus Troizen’de Kral Pittheus’un kızı güzeller güzeli Aithra’yı gördü ve ona gönül verdi. Aithra bu birliktelikten, hamile kaldı ancak Aigeus’un orada onunla kalması mümkün değildi. Atina’ya geri dönmeden önce altın sandaletleriyle kılıcını ağır bir kayanın altına saklayarak, “Oğlum bu kayayı kaldıracak kadar büyüyüp güçlendiği zaman ona benim soyumdan olduğunu anlatabilirsin. Bu emanetleri alarak bana gelirse onu tanımam mümkün olur” dedi. Theseus büyüdü, güçlü kuvvetli bir delikanlı oldu. Zamanı geldiğinde ağır kayayı kaldırıp babasının eşyalarını alarak Atina’ya doğru yola çıktı. Korkusuz bir yiğit olduğundan yol boyunca birçok tehlikeli yaratıkla karşılaşmasına rağmen hepsini yendi ve babasının memleketine bir kahraman olarak ulaştı.
Öte yandan, Girit’te hüküm sürmek isteyen Minos (Zeus ve Europe’nin oğlu), kardeşleriyle taht kavgasına tutuşmuştu. Hükümdarlığı hak eden kişinin kendisi olduğunu, bu sebeple tanrıların da onu desteklediklerini kardeşlerine göstermek istemekteydi. Bunun için denizler tanrısı Poseidon’dan kendisine kocaman, güçlü bir boğa vermesini istedi. Poseidon, Minos için beyaz köpüklü dalgalardan bembeyaz, muhteşem bir boğa yarattı. Ancak bir şartı vardı. Minos’tan onu kendisi için kurban etmesini istiyordu. Minos hem kendi gücünü hem de tanrılar tarafından kutsanışını simgeleyen bu boğayı Poseidon’a kurban etmeyi kabul etti. Böylece bu boğa sayesinde istediği güce erişti. Ancak hayvanı o kadar beğenmişti ki öldürmeye bir türlü kıyamadı. Onun yerine sıradan bir boğayı kurban etmeyi seçti. Poseidon, bu ihaneti çabucak farkederek çok öfkelendi. Kral Minos için onun isteğine karşı gelmenin cezası ağır olacaktı. Poseidon, intikamını almak için aşk tanrısı Eros’tan yardım istedi ve Minos’un karısı güzel Pasiphae’e bir büyü yaptı.
Pasiphae, bu güçlü büyünün etkisinde, beyaz boğaya aşık oldu. Ondan bedeni insan, kafası boğa olan vahşi bir canavar dünyaya getirdi. Bu korkunç varlığa Minos’un boğası anlamına gelen Minotaurus adını verdiler. Boğa adam, hem kralın hem de Girit halkının hayatını bir kabusa çevirdi; çünkü etrafındaki herkese zarar vermeye başlamıştı. Onu kontrol etmek mümkün değildi. Bu nedenle, Minos, Minotaurus’u gözden uzak tutmak ve kontrol altına almak için bir çözüm arıyordu. Mimarı Daidalos’un yardımıyla, girenin bir daha içinden çıkamayacağı büyük, karmaşık bir labirent inşa etmeye karar verdi. Saldırgan bu labirente hapsedilecek, böylece verdiği zarar kontrol edilebilecekti.
Atinalılar Giritlilerle ile bir anlaşmazlığa düşmüş, haksız çıktıkları için ceza olarak her yıl olarak Atina’daki en güzel yedi genç kız ile erkeği yemesi için Minotor’a kurban olarak göndermek zorunda kalmışlardı. Kurbanları götüren gemi, siyah yelkenleri olan bir gemiydi. Atina’da babasına kavuşan ve pek sevilen prens Theseus, Minotaurus’u öldürüp, bu kurban işine bir son vermek istemekteydi. Aigeus, onu bu karardan vazgeçiremeyeceğini anlayınca gitmesine bir şartla razı oldu. Oğlu Minotaurus’u öldürmeyi başarabilirse, Atina’ya dönerken, siyah değil beyaz yelkenler açacaktı. Böylece kral onun sağ olduğunu, eve iyi haberlerle döndüğünü uzaktan görebilecekti.
Theseus ile diğer kurbanlar, Girit’e vardıklarında labirente götürüldüler. Minos’un kızı Ariadne, kurbanlar arasında Theseus’ u görüp ona aşık oldu. Yarı kardeşi olan Minotaurus’un onu öldürmesine gönlü razı değildi. Labirentte yolunu kaybetmemesi ve oradan sağ çıkmasına yardım etmek için Daidalos’un önerisiyle Theseus’a bir makara iplik verdi. Delikanlı ipliği labirentin girişine bağlayacak, dönerken de onu takip ederek çıkışı kolayca bulabilecekti. Theseus, labirente girdiğinde Minotaurus ile başa baş bir savaşa girdi. Cesareti ve kararlılığıyla onu öldürdü, ipi takip ederek labirentten çıktı. Hayatlarını kurtardığı diğer gençlerle birlikte kendisini seven prensesi yanına alıp Atina’ya doğru yola çıktı; ancak dönüş yolunda babasına söz verdiği gibi beyaz yelkenleri açmayı unutmuştu. Geminin siyah yelkenlerini gören Kral Aigeus, oğlunun öldüğüne inandı. Bu acıya dayanamayacağı için kendisini oracıkta denize attı. Efsaneye göre, Kral Aigeus, yani Kral Ege’nin trajik bir biçimde can verdiği bu sular Ege Denizi adını aldı.
Yine bir blog yazısının daha sonuna geldik. Atina ve Minos uygarlıkları döneminde geçen öykümüz aslında farklı anlatıcılar tarafından değişik örnekleri aktarılan türden. Ben onu size gemi yoculuğumun ilk durağı olan ve babamın köklerinin uzandığı Girit’te öğrendiğim şekliyle anlatmak istedim. Yazının sonuna anlatıyı ve karakterleri daha ayrıntılı bir biçimde ele alan ve benim kaynak olarak faydalandığım iki kitap ile bir internet sitesinin linklerini ekleyeceğim. İçi öykü dolu büyülü şişeyi çok yakında, Oslo’daki evime döndüğümde yeniden açacağım. Bakalım içinden çıkan ilk efsane hangisi olacak? O zamana dek kendinize iyi bakın.
Sevgilerimle, ❤️
Eylem Rosseland
Kaynaklar:
Mitoloji Sözlüğü – Azra Erhat
https://www.amazon.com/Mitoloji-S%C3%B6zl%C3%BC%C4%9F%C3%BC-Turkish-Azra-Erhat/dp/975140391X
Yunan Mitolojisi – Karl Kerényi
The Myth Of Theseus And The Minotaur
https://meet-the-myths.com/greek-mythology/theseus-and-the-minotaur/