Norveç’ten Bir Kış Masalı

Yeni yılın ilk ayından merhaba,

Öncelikle, 2025’in hepimiz için sağlık, sevgi, mutluluk ve huzur dolu bir yıl olmasını diliyorum. Umarım bu yıl, kalplerimizde sakladığımız en güzel dileklerin gerçekleştiği, verimli, neşeli ve ışıltılı bir yıl olur.

Üç aylık bir aradan sonraki ilk buluşmamız yeni yıla denk geldiği için, konumuz bu güzel kış günlerine dair sıcak bir masal olsun istiyorum. Hatırlarsanız bir önceki yazımızda Selanik’e özgü bir efsaneyi paylaşmıştık. Aslında ondan sonraki ilk konuğumuz, Küçük Deniz Kızı olacaktı. Ancak, onun acıklı öyküsünün, yılın bu içimizi karın aydınlığına ve pırıltısına açmak istediğimiz soğuk dönemi için biraz ağır kaçacağına karar verdim. Bu sebeple de 2025’i Norveç’te pek sevilen bir masal olan Noel’i Unutan Küçük Köy masalı ile karşılamamızın daha yerinde olacağını düşünüyorum.

Orjinal adı “Den Vesle Bygda Som Glømte At Det Var Jul” olan masalımız Norveç’te oldukça sevilen, okullarda, noel etkinliklerinde anlatılan, tiyatro sahnelerine ve ekranlara taşınmış bir masal. Ünlü yazar, şair ve oyun yazarı Alf Prøysen (1914–1970) tarafından kaleme alınan bu kısa eser hem çocuklara hem de yetişkinlere hitap ediyor.

Alf Prøysen, çocukluğunu ve gençliğini bir çiftlikte geçirmiş, Norveç’in köy yaşamından esinlendiği birçok eser vermiş sevilen bir yazar. Doğup büyüdüğü yörenin konuşma dilini eserlerine taşıyan Pøysen, Norveç’in kırsal bölgelerindeki yaşamla birlikte insan ilişkilerine dair gözlemlerini eserlerine içten ve akıcı üslup ile aktarmayı başarmış. Yaşamı boyunca yalnızca çocuk edebiyatına değil, genel olarak Norveç kültürüne olan katkıları sebebiyle, bu toprakların yetiştirdiği en değerli sanatçılardan kabul ediliyor. Umarım onun bloğumuz için seçtiğim bu tatlı masalıni seversiniz. Onu orjinal dilinde okumayı tercih edecek olanlarınız için ilgili linki yazının sonuna ekleyeceğim.

Yakında yeniden görüşmek dileği ile…

Sevgiler,

Eylem Rosseland❤️


Den Vesle Bygda Som Glømte At Det Var Jul

Yüksek bir tepenin yamacında kendi halinde küçük bir köy vardı.

Bu köyde yaşayan insanlar tıpkı diğer köylerdeki insanlar gibiydi. Bazıları büyük, bazıları küçüktü; bazıları çalışkan, bazıları tembeldi; bazıları balık köftesini kıymadan yapılan köfteden daha çok sever, bazıları ise kıymadan yapılan köfteyi balık köftesine tercih ederdi. Yani oldukça farklıydılar, ama bir konuda hepsi birbirine çok benziyordu: Hepsi korkunç derecede unutkandı ve hepsi aynı anda en tuhaf şeyleri unutabiliyordu.

Bir seferinde ayakkabı giymeyi unutmuşlardı. Yaz boyunca hava çok sıcak olduğu için herkes yalınayak dolaşmıştı. Sonbahar geldiğinde ise ayakkabı giymeyi tamamen unutmuşlardı. Birbirlerine:

“Ah, ne kadar soğuk oldu!”

“Eğer hava daha da soğursa nasıl dayanacağız, bilmiyorum”.

“Kar yağarsa, durum daha da kötü olacak.” dediler.

Sonunda kar yağdığında, yalınayak dışarı çıkıp, “Aman tanrım, bugün gerçekten çok soğuk!” dedikten sonra öylece üşümeye devam ettiler.

Bir gün, köy yolunun kavşağında iki kadın ayakları donarak sohbet ediyordu. O sırada bir çocuğun demirciye ata neden nal takıldığını sorduğunu gördüler. İşte tam o anda kadınlar, ayakkabı giymeyi unuttuklarını anladılar. Hemen evlerine koşup ayakkabılarını giydiler. Sonra biri doğuya, diğeri batıya giderek, herkese ayaklarının neden üşüdüğünü anlattılar. Böylece köydeki herkes ayakkabılarını giydi.

Başka bir sefer de yemek yemeyi unuttular. Günlerce hiçbir şey yememişler, sonunda hepsi birden hastalanmışlar; yataklara düşmüş ve doktoru çağırmak zorunda kalmışlardı. Ancak doktorun kendisi de yemek yemeyi unuttuğu için diğerleri kadar hasta olmuştu.

Bir gün doktor, ağzında bir peynir parçası olan bir fare yavrusu gördü. İşte o anda, yemek yemeyi unutmuş olduklarını anladı. Ayağa kalktı, yemek yedi ve sonra köydeki tüm hastaları ziyaret ederek, “Sadece yemek yemeyi unutmuşsunuz.” dedi. Böylece herkes yataktan kalktı, yemek yedi ve tekrar sağlığına kavuştu. Bundan daha kötüsü ise, Noel’i unuttukları zamandı.

Noel arifesi geldiğinde köyde kimse evini temizlememiş, yeni perdeler asmamış, hiç kimse evine bir Noel ağacı getirmemişti. Mağaza vitrinlerinde tek bir Noel Baba maskesi bile yoktu. Okuldaki çocuklar ise Noel şarkıları yerine “Gel, ey güzel Mayıs” şarkısını söylüyordu. Köydeki kurabiye kutularının hiçbirinde tek bir kurabiye veya çörek yoktu.

Köyün en tepesinde, ormanın hemen kıyısındaki küçük bir kulübede küçük bir kız sürekli düşünüp durmaktaydı. Henüz beş yaşında olduğu için normal zamanlarda zıplar, oynar, güler ve neşe içinde vakit geçirirdi. Ama şimdi yalnızca düşünüp duruyordu. Böylece ormana gitti ve küçük çam ağaçlarına bakmaya başladı.

“Yine bir şeyi unuttuk” dedi kendi kendisine. “Bir şey var, sanki küçük bir çam ağacı ile ilgili, ama ne olduğunu tam olarak hatırlayamıyorum.”

Sonra eve gidip bir makasla biraz saman kâğıdı buldu. “Bu makasla ilgili de bir şey var,” diye düşündü küçük kız, “Ama ne olduğunu hatırlayamıyorum.”

Ardından ahıra gitti ve babasının tavana, farelerin ulaşamayacağı bir yere asmış olduğu buğday demetini gördü.

“Bu buğday demetiyle ilgili de bir şey var sanki,” diye düşündü. Orada durdu, şöyle bir etrafına bakınca uzun bir sırık gördü. Bu sırık Noel için hazırlanmış buğday demetini asmak için kullanılırdı. İşte o anda, küçük kız Noel’in yaklaştığını hatırladı!

“Ah, bugün Noel arifesi, bugün Noel arifesi!” diye bağırarak annesiyle babasına haber vermek için eve koştu, ama içeride kimse yoktu.

“Ah, bütün köye Noel’in yaklaştığını nasıl haber vereceğim? Herkese Noel arifesinin bugün olduğunu nasıl söyleyeceğim?” dedi kız.

Uzun sırığı alıp buğday demetini tepesine takmaya çalıştıysada başaramadı. Sonra ne yapması gerektiğini anladı! Bayrak direği! Buğday demetini bayrak direğine asacaktı!

Küçük kız bunu başardı. Buğday demetini bayrak direğine asmasından hemen sonra, en yüksek çam ağacının en tepesindeki dalından küçük bir baştankara kuşu uçtu ve kar dallardan aşağıya dökülmeye başladı.

“Nereye gidiyorsun, nereye gidiyorsun?” diye cıvıldadı, dalların arasında yarı uyur halde oturan diğer baştankaralar.

“Noel geldi, Noel geldi. Küçük kız buğday demetini astı!” dedi minik bir baştankara. “Biz de geliyoruz, biz de geliyoruz!” diye şakıdı diğer baştankaralar ve hep birlikte havalandılar.

“Nereye gidiyorsunuz, nereye gidiyorsunuz?” diye sordu telefon tellerine tüneyen serçeler.

“Noel geldi, Noel geldi! Küçük kız buğday demetini astı!” diye şarkı söyledi baştankaralar.

“Biz de geliyoruz, biz de geliyoruz!” diye öttü serçeler ve bir anda hep birlikte telefon tellerinden uçtular. Öyle ki telefon santralinde çalışan kadınların kulakları çınladı.

Tam o sırada, bahçede bulunan kuşburnu çalılarındaki bayağı şakrak kuşlarının hepsi birden havalandı.

Telefon santralinde çalışan kadınlar kuşların nereye gittiğini görmek için pencereye koştular ve bayrak direğindeki buğday demetini gördüler. Sonra hemen tüm köye telefon etmeye başladılar. Herkese Noel’in yaklaştığını unutmuş olduklarını söylediler.

Köydeki herkes telaşla işe koyuldu. Kimisi hamur işi yaptı, yemek pişirdi, evi temizledi ve yeni perdeler astı. Kimisi ormana gidip bir Noel ağacı buldu, daha önce sakladıkları hediyeleri paketledi ve kimisi de pencerelerine Noel yıldızları astı.

En sonunda köydeki herkes, marangozun Noel hazırlıkları sırasında yaptığı devasa küvete tırmandı ve topluca suya atlayarak temizlendi. Tam herkes banyosunu bitirip temiz giysilerini giydiğinde, köyün en tepesindeki evde küçük kızın annesi, onun saçına kırmızı bir kurdele bağlamaktaydı.

İŞTE TAM O ANDA KİLİSE ÇANLARI ÇALDI VE NOEL GELDİ.

Alf Prøysen

Kaynaklar:

https://www.kreativhverdag.no/2017/12/03/vesle-bygda-glemte-jul-alf-proysen/

https://snl.no/Alf_Prøysen

Fındıkkıran




Fındıkkıran’ı sever misiniz?

Eğer benim gibi onu sevenlerden veya esrarengiz bulanlardansanız doğru blog yazısında buluşmuşuz demektir. Yazımızın atmosferine Fındıkkıran’ın tatlı müziklerini eklemek için Berlin Senfoni Orkestrası’nı da bu link aracılığıyla aramıza davet edelim istiyorum. Müzik çalmaya başlayınca ben de onca yıl, binlerce okura, müzisyene, tasarımcıya, dansçıya ve seyirciye ilham veren ve onları bir araya getiren bu Fındıkkıran aslında kim diye düşünmeye başlıyorum. Öyle ya, kim bu Fındıkkıran? Boyalı bir oyuncak bebek mi? Bir mutfak gereci mi? Sorumun cevabı olarak düşümde önce ahşaptan oyma tacı, karışık yarı uzun sacları ve el boyaması kocaman hülyalı gözleriyle uzaklara bakan yakışıklı bir fındıkkıran beliriyor. Sonra ardında bir derinlik… Ardında bir pırıltı ve toz görünüyor. Sihir… Tüy gibi uçuşarak danseden gençler, rengarenk ipek ve tül kostümler, özenle tasarlanmış dekorlar… Sonra bunların hepsini hem doğuran hem de sarmalayan Pyotr İlyiç Çaykovski’nin (1840-1893) unutulmaz bestesi beliriyor. Ve ardında o müzikte çözülüp kaybolan kendim…

Norveç Opera ve Balesi’nde Fındıkkıran

Ne şanslıyız ki, soğuk ve karanlık Aralık gecelerinde, eski bir Alman masalı ve bir rus bestesi, Oslo’da modern bir binada, dönemimizin sanatçılarının emekleriyle rengarenk bir bale gösterisiyle yeniden biçimleniyor. Hikaye özünde Ernst Theodor Wilhelm Hoffmann’ın 1816 yılında yayımladığı “Fındıkkıran ve Fare Kral” masalına dayansa da, Çaykovski’nin 1892 yılında yazdığı iki perdelik Fındıkkıran balesine ilham veren versiyonu, masalın 1845 yılında Alexandre Dumas tarafından konusu fazla değiştirilmeden yeniden düzenlenmiş halidir.

Norveç Opera ve Balesi’nin 2016 yılından beridir sahneye koyduğu son uyarlamaki hikaye ise 1905’ler Kristiania’sında geçiyor. Yani bugünkü adıyla Oslo’da… Balenin koreografisi Kaloyan Boyadjiev‘e, sahne tasarımı Jon Bausor’a, dansçıların kostümleri yine Jon Bausor ve Bregje van Balen’e ait. İlk perdede kahramanımız Clara, ailesinin verdiği görkemli Noel davetine katılır. Eve gelen konuklar aileye birbirinden harika armağanlar getirmiştir. Çocuklukla genç kızlık arasında kalan Clara, davetteki çocukların oyununa katılmak için çok büyük, yetişkinlerin sohbetine katılmak içinse fazla küçüktür. Kendisini dışlanmış hissetmektedir. Vaftiz babası Bay Drosselmeyer o akşam bütün çocuklara el yapımı hediyeler verir. Clara’nın noel hediyesi, sırtındaki mandala basıldığında ağzına konan fındığı kıran el yapımı ahşap bir bebektir. Tıpkı bir askere benzemektedir. İlerleyen saatlerde Clara yorulur ve Noel ağacının dibinde uykuya dalar. Gözlerini açtığında her şey değişmeye başlamıştır. Şömineden odaya giren Fare Kral ve ordusu, canlanan Fındıkkıran’la savaşır. Mücadele sırasında yara alan Fındıkkıran, Bay Drosselmayer tarafından yaşama döndürülür ve artık bir prenstir. Fındıkkıran Prens, Clara’yı bir Noel süsünün içinde masallar ülkesine götürür. İkinci perdede ise, bu büyülü yerde, yabancı konukların ailesine vermiş oldukları bambaska kültürlerden gelen egzotik armağanlar canlanır ve Clara için dans etmeye başlarlar.

Sonra ne oluyor diye sorarsanız, hikayeye göre Clara düşünden uyanır, gösteri görünüşte biter ve Eylem eve döner; ama müzik aslında hiç bitmez. Tatlı bir bahar gününde veya güneşli bir yaz tatilinde bile çalmaya devam eder. Hani bazı müzikler vardır, sessizce hayatınızın arka planına yerleşmiştir. Biriyle konuşurken, hayal kurarken, çalışırken, gülerken veya sevdiklerinizi özlerken diğer seslerden bağımsızca kafanızda çalmaya devam eder. İşte o müziklerden biri benim için Fındıkkıran balesinin bestesidir. En sevdiğim kısmı da “The Last Waltz”dır. Hayallerin doruğa ulaştığı, ama rüyanın henüz bitmediği o güzel son dans… Bazen çok merak ediyorum. Nasıl, ama nasıl yaratabilmiş Çaykovski bu neşeli, canlı, rüya gibi müzikleri ve insanların yaşamına nasıl hala böyle hoş pırıltılar katıp tatlı anları böyle çoğaltabiliyor?

Çaykovski’nin bestesiyle canlanan bu sıcak noel masalının akşamları uzun ve puslu Aralık ayının sembollerinden biri haline gelmesi aslında hiç şaşırtıcı değil. Tam da bu sebeple yıllar içinde bu balenin birkaç farklı yorumunu izlemiştim. Ancak, Norveç Opera ve Balesi’nin son dönemde sahneye koyduğu eser, bence diğer örneklerin arasından sıyrılıyor. Görkemli sahne tasarımı, incecik işlenmiş anlatımı ve parlak kostümlerin arasından sızan o çocuksu masumiyeti insanı sarıp tatlı bir hikayenin işine çekiyor.

Gösteri için dökülen teri unutup büyü hiç bitmesin, eve dönme saati hiç gelmesin, “Son Vals” loopa alınsın, Clara rüyasından uyanmasın, Fındıkkıran Prens tekrar boyalı bir bebeğe dönüşmesin istiyor insan. Çok şanslıyız ki bale gösterisi sona erse de on bir ay sonra geri dönüyor ve yine, donuk ve karlı bir gecede renkli bir masalın içine düşme olanağı veriyor bize. O yüzden Fındıkkıran benim için bir Noel öncesi geleneği oldu. Son yıllarda bilet bulmanın neredeyse imkansız hale gelmiş olmasına bakılırsa, meraklıların sayısı oldukça artmış olmalı. Bence balenin tek kusuru da burada yatıyor. Bilet fiyatları çok yüksek ve biletler çok çabuk tükeniyor. Bu kadar güzel bir şölene sadece bazı çocukların ve gençlerin ulaşabiliyor olması bence haksızlık. Tabii haksızlıklar konusuna girersek işin içinden çıkamayabiliriz ve muhtemelen de sıra baleye gelmez bile. Yine de Aralık ayında Oslo’daysanız ve fırsatınız varsa, bu gösteriye bir bakmanızı öneririm. Plan yapmak için erken gibi görünse de, biletler yaz öncesinde satışa çıkıyor ve sahneye yakın, iyi komünumdaki koltukların biletleri çabucak tükeniyor. Ben geçen yılki biletimi yanlış hatırlamıyorsam Mayıs ayında almıştım. Gidemeyecek olanlar içinse salgın döneminde televizyonda gösterilen videosunun linkini yazının sonuna ekleyeceğim.


Gennady Spirin’in Resimleriyle Fındıkkıran

Fındıkkıran’ın ilk kez 1996 yılında yayımlanan bu basımı Hoffman’ın masalına sadık kalınarak yapılmış. Doksan dokuz sayfalık kitabın çevirisi Aliana Brodmannsa ait. Rus ressam ve illüstratör Gennady Spirin’in kapağı ve sayfaları süsleyen suluboya illüstrasyonlarının güzelliği bence hikayeye güzel yorum katmış. Aslında buraya kitaptan resimler eklemek istiyordum, ancak Spirin’in kendi sitesinde bile kitaptan kapak haricinde bir görüntü paylaşmadığını görünce kitabın telif haklarını gözettiğini anladım. Bu sebeple ben de çektiğim fotoğrafları eklememeyi seçtim. Ben bu kitabı yıllar önce yeğenim Deniz için almış, evde Norveççe bir baskısı olmasına rağmen sadece resimlerinin güzelliği sebebiyle kendim için de bir adet sipariş etmiştim. Benim kitabım ne yazık ki elime hiç ulaşmadan kaybolmuştu. Bu sebeple Noel tatilinde kitabı Deniz’den ödünç aldım ve benimle Atlantik okyanusunu geçerek Norveç’e geldi. Onu diğer resimli kitapların arasına koydum. Umarım sahibi gelip alana kadar yeni arkadaşlarıyla hoş vakit geçirir. Eski bir kitap olmasına rağmen bugün itibarı ile Amazon’da veya çok daha uygun bir fiyata (iki veya üç dolara) Ebay’de hala temiz ve güzel örneklerini bulmak mümkün.


Evet, yine bir blog yazısının daha sonuna geldik. Sabredip yazıyı sonuna kadar okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Bir dahaki blog yazısı şahane bir animasyon film hakkında olacak. O zamana dek sevgiyle kalın. ❤️

Eylem Rosseland



https://www.operaen.no/forestillinger/arkiv/2022/notteknekkeren-ballett/

https://tv.nrk.no/se?v=MKTV45000120

https://www.gennadyspirin.org/gallery