
Bülent Ortaçgil
Sen içimdeki küçük mum
Hala sönmedin, yanıyor musun?
Gündüz aydınlıkta kaybolup
Gece yatınca karşımdasın

Merhaba,
Gece, iri ve güzel bir kuzgunun kanatlarında oturmuş usulca yeryüzüne inmekte. Dudaklarında daha önce duyduğumuz, ama hangisi olduğunu çıkaramadığımız tatlı ninnilere benzeyen cılız bir ıslık var. Ayaklarını ıslığının ritmine uydurmuş, gözlerindeyse bir mumun parlak alevi geziyor. Biliyoruz ki onun ayakları yere tam bastığında, bizimkiler yerden kesilmiş olacak. İşte böyle bir gece bu. Bense, sizinle bir süredir güzel masalları çağıran tılsımlı bir gecede buluşmayı diliyordum. Çünkü dünyaya açılan gözlerimizin yönünü artık içimize çevirmeye başlayıp, onlarla yalnızca kendimizi gördüğümüz anlara geçişimizi kolaylaştıran yardımcılardan biri de eksantrik masalcıların kaleminden çıkan bu gece masallarıdır. Biliriz ki onlar, gizemli atmosferleriyle bizi düşlerimizle buluştuğumuz o sürprizlerle dolu salona götürürler. Yani şu hiç bilet parası ödemeden girip kavuşmalardan kovulmalara uzanan geniş yelpazedeki gösterileri izlediğimiz, sadece bize ait olan rüyalar sahnesine.
Geçtiğimiz kış, Norveç’in ulusal tiyatrosu Nationaltheatret’te izlediğimiz gösteri beni böyle bir rüya gibi masalla tanıştırmış ve kendimi bir yıldız yağmurunun ortasında, Ole Lukøje’nin tuhaf şemsiyesinin altında bulmama neden olmuştu. Danimarkalı masalcı Hans Christian Andersen tarafından yazılmış ve dilimize daha önce Ole Yumgöz olarak çevrilmiş masalı burada bölümlere ayırarak, her güne bir adet düşecek şekilde paylaşacağım. Böylece kahramanımız küçük Hjalmar’ın Ole ile tanışmasına ve yedi gün boyunca sürecek olan uyku yolculuklarına birlike tanıklık etmiş oluruz.
Eylem Rosseland ❤️

Ole Lukøje
Dünya üzerinde Ole Lukøje kadar çok hikâye bilen başka kimse yoktur ve onları gerçekten çok güzel anlatır.
Akşam olduğunda, çocuklar hâlâ bir masanın etrafındaki küçük taburelerinde düzgün bir şekilde oturmaktayken Ole Lukøje gelir. Ayaklarında sadece çorap olduğu için hiç ses çıkarmadan yukarı çıkar. Yavaşça kapıyı açar ve çocukların gözlerine nazikçe tatlı bir süt serper. Öyle çok değil ama sadece biraz, onların gözlerini kapalı tutmaya yetecek kadar. Böylece çocuklar onu hiç göremezler. Parmaklarının ucuna basarak onların arkalarından yürür ve enselerine hafifçe üfler. Bu üfleme küçüklerin başlarını öne düşürür. Ah evet, Ole Lukøje bunu onlara hiç zarar vermeden yapar, çünkü çocukları pek sever. Tek isteği miniklerin yatağa girdiklerinde sessiz olmasıdır, çünkü hikâyelerini anlatabilmek için sessizlik gerekir.
Çocuklar uykuya dalar dalmaz, Ole Lukøje yatakta yanlarına oturur. Üzerinde şık giysiler vardır. Ceketi ipekten yapılmıştır. Hareket ettiğinde kırmızı, yeşil ya da mavi parıldadığı için tam olarak ne renk olduğunu söylemek mümkün değildir. Kollarının altında birer şemsiye vardır. Bunların birinin üzerinde resimler vardır. Onu uslu çocukların üzerine açar. Böylece çocuklar bütün gece boyunca düşlerinde öykülerin en güzellerini görürler. Diğeri ise üzerinde hiçbir şey bulunmayan sade bir şemsiyedir. Bu şemsiyeyi de yaramaz çocukların üzerine açar. Onlar da bütün gece huzursuz bir şekilde uyur ve sabah uyandıklarında hiç rüya görmemiş olurlar.
Şimdi Ole Lukøje’nin bir hafta boyunca her akşam Hjalmar adındaki küçük bir çocuğun yanına nasıl geldiğini ve ona neler anlattığını dinleyelim bakalım. Bir haftanın içinde yedi gün olduğu için öyküler de yedi tanedir.
Pazartesi
Akşam olup Hjalmar’ı yatağına yatırır yatırmaz Ole Lukøje “Dinle şimdi, önce şu etrafı bir düzenleyelim ” dedi.
O anda saksılardaki tüm çiçekler kocaman ağaçlara dönüştü, uzun dalları tavanın altından duvarlara doğru kıvrılarak odayı güzel bir çardağa dönüştürdü. Dallar, her biri güllerden bile daha güzel çiçeklerle doluydu ve kokuları o kadar tatlıydı ki, yiyecek olsanız reçelden bile daha tatlı olduklarını görürdünüz. Meyveler altın gibi parlıyordu, çöreklerin içinden kuş üzümleri fışkırıyordu . Her şey o kadar muhteşemdi ki!
Birdenbire, Hjalmar’ın okul kitaplarını koyduğu masanın çekmecesinden korkunç bir inilti yükseldi.
“Ne oluyor bakalım?” diye sordu Lukøje, çekmeceyi açarken. Çekmecedeki küçük yazı tahtası adeta sinir krizi geçirmekteydi. Üzerinde sonucu yanlış çıkmış bir matematik işlemi olduğu için öfkeden parçalarına ayrılmak üzereydi. Tahtaya bir iple bağlı olan tebeşirse bir köpek gibi zıp zıp zıplıyor, hatayı düzeltmeye çabalasa da yapamıyordu.
Bir başka yakınma da Hjalmar’ın yazı defterinden geldi. Aman Tanrım, dinlemeye katlanmak bile zordu! Her sayfasında alt alta dizilmiş büyük harfler vardı; yanlarında ise küçük harfler duruyordu. Büyük harfler örnek olmak için yazılmışlardı. Hemen yanlarında ise Hjalmar’ın yazdığı harfler bulunmaktaydı. Onlar da tıpkı ilk örnekler gibi göründüklerini sanıyorlardı ama çizgilerin üzerinde durmak yerine oraya buraya yuvarlanıp dağılmışlardı.
“Bakın, işte kendinizi şöyle tutmalısınız,” dedi örnekteki güzel yazılar. “Şöyle, yana doğru eğik ve kalın bir çizgiyle.”
“Ah, biz de öyle olmak isterdik!” diye cevap verdi Hjalmar’ın yazdığı harfler. “Ama yapamıyoruz. Çok zayıfız.”
“O zaman biraz çocuk ilacı içmeniz gerek,” dedi Lukøje.
“Ah, hayır!” diye haykırdı harfler ve hemen öyle bir dikeldiler ki onları öyle görmek bir zevkti.
“Artık öykü anlatacak zamanımız yok,” dedi Lukøje. “Bunlara antrenman yaptırmam gerekiyor. Bir, iki! Bir, iki!” Harfleri çalıştırmaya başladı; öyle ki, hepsi örneklerden bile daha düzgün, daha zarif bir şekilde dizildiler. Fakat Lukøje gidip Hjalmar sabah harflere baktığında, hepsinin yine eski perişan hallerine dönmüş olduğunu gördü.
Hans Christian Andersen
https://www.andersenstories.com/da/andersen_fortaellinger/ole_lukoje
Çeviren: Eylem Rosseland























