“Denizlere dönmeliyim yine, ıssız denizlere, göklere
Bütün istediğim bir gemi ve yol gösteren bir yıldız
Vuran çark, rüzgarın şarkısı, titreşen beyaz yelkenlerle
Denizin yüzünde sisli bir şafak, bir şafak istediğim yalnız
Denizlere dönmeliyim yine, dalgaların çağrısına
Öyle hoyrat, öyle saf bir çağrı ki karşı konulmaz ona
Bütün istediğim rüzgarlı bir gün, uçan bulutlar
Savrulan köpükler, serpintiler ve martıların çığlığı
Denizlere dönmeliyim yine, o başıboş hayata
Rüzgarın bıçak gibi keskin estiği martıların ve balinaların yoluna
Bütün istediğim neşeli bir öykü gülen bir denizci yoldaştan
Ve sakin bir uykuyla tatlı bir rüya uzun yolculuğun sonunda”
John Masefield (1878-1967)
Merhaba,
Yoğun denilebilecek bir dönemden sonra yavaş ve güneşli tatil günlerine yaklaşmaya başladık. Hava pek sıcak değil; ama yine de tatlı ve aydınlık bir Cuma sabahına uyandık. Araladığım pencereden içeriye pırıl pırıl taze bir gün sızmakta. Minik, puantiyeli kedi Josefine Bonbon yanımda, tıpkı çikolata damlalarıyla yapılmış kocaman bir çörek gibi kıvrılmış uyuyor. Bargamut ve kamelya çaylarını karıştırarak demlediğim aromalı çayımı yıllar önce İzmir’den aldığım incecik camdan yapılmış fincanıma doldurdum. Keşke şu anda oturma odamı dolduran serin sabah dinginliği ekrandan geçip sizin mekanınıza da yayılabilse diye geçiriyorum içimden. Bir yazı üzerinden içimizi ısıtacak sıcak çayı veya şahane güzellikte leopar desenli bir ev kedisini paylaşamasak da, artık onlar kadar keyifli bir masal filminden, Denizin Şarkısı’ndan söz etmeye hazırız bence.
Denizin Şarkısı aslında iyi bilinen, Oscar ödülüne aday olmuş bir film. Öyle ki onu bana yıllar önce çocuk edebiyatı veya animasyon filmlerine özel bir ilgisi olmayan fakat sinemaya tutkun bir tanıdığım önermişti. Buna rağmen, o zamandan beridir, okulda birlikte izlediğimiz öğrencilerim de dahil olmak üzere, filmi daha önceden bildiğini söyleyen birine hiç rastlamadım. Tıpkı izledikten sonra beğenmediğini dile getirene rastlamadığım gibi… Yoğun duyguların, mitolojik öğelerin, sıcak ilişkilerin, küçük ayrıntılarla ve el emeği görsellerle bir dantel gibi örülerek işlendiği böyle özel bir filme burada yer vermemenin haksızlık olacağını düşünüyorum. Bu sebeple bu blog yazısını filme, bir dahakini de ona esin kaynağı olan eski bir hikayeye ayırmak istiyorum. Umarım severek okursunuz.
Denizin Şarkısı
Orjinal adıyla Song of the Sea, yönetmenliğini Tomm Moore’un üstlendiğive senaryosu yine Tomm Moore ve Will Collins’e ait, 2014 yapımı modern bir animasyon filmi. Hikaye, İrlanda kıyılarında, Ben ve Saoirse adlı iki küçük kardeşin babalarıyla birlikte yaşadıkları şirin bir deniz fenerinde başlar. Annelerini Saoirse’nın doğumu sırasında kaybetmişlerdir. Onun sevgisini ve sıcaklığını tadamamış olan kızcağız sesini bulamamış ve altı yaşına gelmesine rağmen hiç konuşmamış bir çocuktur. Babaları eşinin kaybı sebebiyle yaşadığı acıyı bir türlü atlatamaz. Ben ise bu kayıpla birlikte sudan korkmaya başlamıştır. Annesinden geriye kalan iki değerli armağana tutunmaktadır. Birisi onun anlattığı öyküler, diğeri de denizin şarkısını dinleyebilmesi ona verdiği bir deniz kabuğu… Yaşadıkları sakin hayat, Saoirse’nın büyükannesi tarafından gizlenmiş sihirli bir mantoyu keşfetmesiyle sarsılır. Ortaya çıkan sırlar onları önce şehre, sonra perilere ve en sonunda da aslında bir Selkie, yani sihirli kürkü sayesinde istediğinde bir insana veya fok balığına dönüşebilen özel bir varlık olan annelerinin hikayesine götürür. Annesi gibi bir Selkie olduğunu öğrendiğimiz minik Saoirse, denizin şarkısını söylemek ve dalgalara kavuşmak için bir yolculuğa çıktığında, Ben kız kardeşini bırakamaz ve büyük bir cesaretle onunla birlikte merak ve tehlike dolu bir maceraya atılır.
Ben ve Saoirse bu macera boyunca, İrlanda efsanelerinde ve masallarında yeri olan birçok doğa üstü varlıkla karşılaşırlar. Her karşılaşma, kendi kimliklerini ve etraflarındaki gizemli dünyayı anlama konusunda onlara yardımcı olur. Böylece annesinin kaybıyla yaşadığı travmayı atlatamamış olan Ben kardeşine olan sevgisini, bağlılığını ve gereksinimini daha derinden hissedebilmeye ve bu duygularını gösterebilmeye başlar. Ben ve Saoirse’nın yolculuğu aynı zamanda duygusal bir yolculuktur. Bu süreçte acıları iyileşmeye, korkuları azalmaya ve aralarındaki kardeşlik bağı derinleşmeye başlar.
Filmin en çarpıcı özelliklerinden biri olan resimlerin güzelliğinin altını çizmek istiyorum. İrlanda kültüründe yeri olan şahane motiflerle süslenmiş görüntüler filme özgünlük katmış. İzlediğiniz her sahnenin titizlikle işlenmiş olduğunu görebiliyorsunuz. Özenle seçilmiş renkler, ilginç folklorik desenler, ninniye benzeyen yumuşak ve rüyamsı müziklerle desteklenerek hikayenin halihazırdaki duygusal derinliğine yeni boyutlar ekliyor ve onu izleyiciyi kucaklayan, büyülü bir deniz masalı haline getiriyor. İrlanda’nın efsanelerinin ve masallarının zengin dokusuyla işlenen evrensel konular filmi her yaş grubundan izleyici için çekici hale getiriyor. Okulda tüm sınıfla birlikte izlerken, göz yaşlarını tutamayan öğrencilerim olduğunu hatırlıyorum. Bir çocuğun en büyük korkularını ve endişelerini ustaca işleyen yönetmen, şefkatli ve zarif anlatımıyla her yeni yaşta ve her yeni hayal kırıklığıyla üstüne bir kilit daha vurduğumuz yetişkin kalplerimize ulaşmayı da başarıyor. Bu sebeple filmin 2015 yılında En İyi Animasyon Filmi Oscar’ına aday gösterilerek büyük bir beğeni toplamış olması bana pek şaşırtıcı gelmiyor. Denizin Şarkısı’nı hala izlemediyseniz, bence yaklaşan hafta sonu için şimdiden güzel bir alternatifiniz var demektir.
Fark ettiniz mi bilemiyorum ama biz hikayeye dalmışken sabah geçip gitti, hava ısındı, çay bitti ve güzel kedi uyanıp başka bir odaya kaçtı. Saatler on ikiyi göstermek üzere. Ben de izninizle bir bal kabağına dönüşmeden önce yazıyı burada bitiriyor, hepinize en içten sevgilerimi gönderiyorum.
Eylem ❤️
https://www.imdb.com/video/vi3133192729/?playlistId=tt1865505&ref_=tt_ov_vi