Bahar Geldi!


Merhaba,

İnanması zor olsa da kış herhalde bu kez gerçekten bitti ve bahar sonunda buralara da geldi. Nedense bu defa bana soğuklar hiç sona ermeyecekmiş, ömrümüzün geri kalan kısmı, sonsuz bir kaotik kış mevsiminde debelenerek geçecekmiş gibi gelmeye başlamıştı. Aslında hava şartları bu coğrafya ve iklim için gayet normal sayılsa da görünüşe göre bazılarımız bu yıl koyu mavi sabahlara, buza ve soğuğa fazlasıyla doyduk. Belki de yüzden, yeni mevsimle birlikte gelen her yenilik, içimizdeki yenilenme umudunu artırmaya başladı. Baharın gelmekte olduğunu aslında en çok akşam yürüyüşüne çıktığım zaman gözlerim tomurcuklanmaya başlayan ağaçlara takılmaya başladığında hissediyorum. Ağaçların altından geçerken, her tomurcuğun içinde saklı olan merak ve büyüme arzusunun, kendisinden taşarak damla damla süzülüp üzerime yağdığını hissediyorum. Doğa henüz çiçeklenmemiş olsa da, gün ışığı bize her gün biraz daha yaklaşmakta olan müjdeyi getiriyor aslında. Bu sebeple, bu blog yazısının konusu olarak, her sahnesi bir bahar günü gibi güzel ve renkli bir film olan Azur ve Asmar’ı seçtim.


Azur ve Asmar

Azur ve Asmar yönetmenliğini Michel Ocelot ve Ian McIntyre’ın yaptığı, 2006 yılına ait ödüllü bir masal filmi. Filmin öyküsü yine, Kirikou serisi, Prensler ve Prensesler, Ejderhalar ve Prensesler, Gece Hikayeleri, Dilili Paris’te gibi ses getirmiş animasyon filmlerinin de yaratıcısı olan fransız yazar ve yönetmen Michel Ocelot tarafından yazılmış. Benim Ocelot adıyla tanışmam yıllar önce bir film festivalinin reklamında afişine denk geldiğim Prensler ve Prensesler(2000) filmiyle olmuştu. Çocukluğumda evimizde gölge tiyatrosu pek sevilirdi. O yüzden bir silüet filmi olan Prensler ve Prensesler‘i izlediğimde adeta büyülenmiştim. Azur ve Asmar’ı keşfetmem de bu sayede oldu. Ten renkleri, ait oldukları kültür ve sosyal statüleri farklı olsa da aynı annenin sütü ve sevgisiyle bir araya gelen ve yine onun bakımıyla serpilip büyüyen iki masum çocuğun öyküsünü böyle bir özgünlükle ele alan bu özgün filmi henüz izlemeyenleriniz olabileceğini düşünüp sizinle paylaşmak istedim. Filmin konusu hakkında, tadını kaçırmamaya çalışarak, biraz bilgi vermek istiyorum.


Film içinde klasik masal öğelerine rastlayacağımız türden bir öyküye sahip. Hikayenin başında başında Azur ve Asmar iki küçük bebektir. Azur’un soylu babası oğlunu ona süt annelik de yapan koyu tenli, Arapça konuşan bir dadıya teslim etmiştir. Bir bebeğin annesi, ötekinin de babası yoktur. Resimdeki tek babaysa ne kendi çocuğuna ne de Asmar’a herhangi bir yakınlık ve sıcaklık göstermektedir. Asmar’ın annesi bu iki bebeği hiç ayırmadan onlara ninniler söyleyerek ve masallar anlatarak okul çağına getirir. Anlattığı masallardan Cinlerin Prensesi hakkında olan, iki çocuğu da çok etkiler. Azur ve Asmar, iki kardeş gibi hem birlikte oynarak hem de kavga ederek büyümektedirler. Ta ki Azur’un babası oğlunun dadının ailesinin bir üyesi olarak yetişmesinden rahatsız olup onu kendi sınıfına uygun bir eğitime göndermeye karar verene dek… Bu kararla birlike fikirleri bile sorulmadan Azur eğitime, Asmar ve annesi ise kendi kaderlerine gönderilirler. Azur evden ayrılabilecek yaşa geldiğinde ne dadısını ne de Cinlerin Prensesi’nin öyküsünü unutabilmiştir. Prensesi bulmak için deniz aşırı bir yolculuğa çıkmaya karar verir. Böylece biz izleyiciler de egzotik bir kültürün içinde devam eden filmin eşsiz görselleriyle büyülenmeye başlarız.

Filmin her sahnesi gerçekten etkileyici bir güzellikte. Sadece bu bile onu izlemek için yeterli olabilecekken değindiği birçok önemli konuyu böyle hoş bir öyküyle ifade edebilmesi onu diğer filmlerden ayrı bir yere koyuyor. Göçten çok kültürlülüğe ve iki dilliliğe, tarihi ve kültürel zenginliklerin değerinden (ve nasıl değersizleştirildiklerinden), kardeşliğe, eşitlikten kimliğe ve aile sevgisine kadar birçok konuyu mavi minik cinlerin eşliğinde klasik bir masal diliyle anlatıyor bize. Ben bu sıradışı filmi yıllar içinde birçok kez izledim ve her defasında hem anlattıklarını hem de bunları yorumlama biçimini yeniden sevdim. Merak edenleriniz için aşağıya filmin uzun sayılabilecek bir fragmanın linkini ekleyeceğim. Umarım hoşunuza gider.

Bu blog yazısının da sonuna geldik. Size söylemek istediklerimi evde bir türlü tamamlayamadığım için yakındaki bir kafeye geldim. Pazar günü olduğundan burası şu an oldukça kalabalık. Neyse ki kulaklıklarım, gürültüyle ve diğer insanlarin sohbetleriyle olan ilişkimi minimum düzeye indiriyor ve siz duyamasanız da, yazdıklarıma bambaşka bir melodinin eşlik etmesini sağlıyor. Daha şimdiden, bir dahaki konuyu, Uranienborg semtindeki çıkmaz sokakta bulunan Åpent Bakeri’de, yeni açmış pembe kiraz çiçeklerinin gölgesinde otururken yazmayı hayal etmeye başladım. İlk baharda bu şehrin her yeri güzel olsa da, her sene kiraz çiçekleri açtığında, o güzelim çıkmaz sokağın sonundan benim kalbime ince bir yol açılır. Bir dahaki blog yazısında, sizinle tam olarak orada buluşmak istiyorum.


Sevgiyle… ❤️


Eylem Rosseland

Filmin IMDB sayfası:

https://www.imdb.com/title/tt0439123/

Michel Ocelot’nun resmi internet sayfası:

https://www.michelocelot.fr

Azur ve Asmar’dan resimler:

https://www.michelocelot.fr/images-images_de_films–azur-asmar

Filmin fragmanı:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir